tag:blogger.com,1999:blog-45781688373432745382023-11-16T13:52:33.271+03:00kontrasakalvampir ediyşınmoroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.comBlogger196125truetag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-23735216036800410912014-06-14T12:27:00.001+03:002014-06-14T12:27:05.958+03:00hey, bay kara tef adamı<blockquote class="tr_bq">
What's worse - being there or not being there? If you're there you can share yourself with everyone else; if you're not there no one can misinterpret you. Well I don't want to talk to anyone, I don't want to force connections, I'm sick of saying "have a good one" to every customer coming through my lane, I don't like how I'm suddenly self-conscious about everything I do and say and project after a couple years of living free and easy (mentally), I'm sick of explaining things, I'm sick of having to explain things, I'm sick of that weird distance that manifests itself when somebody expects an explanation that I can't give to them.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
I'm not even that blue, at least not as much as it sounds like, I'm just done, indifferent, I want to separate myself from everything at this point, I'm sick of all my little projects and things and texts on a daily basis and being this guy that you and your friends know, cause you don't know, how could you know when I don't even know? Those days when you wake up and you never quite get comfortable no matter how much you stretch - that's where my mind is at. Long fingernails you forgot to trim and now you're stuck at work for seven hours and with every little action you perform those uncomfortable fingertips flare in your head like regrets.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
And this isn't even the first time, but after so many times falling down and getting up again I wonder if I'm even making any progress. "Oh, that's just part of life, you know," yes, I know, but is that the only part? Am I capable of learning from my mistakes, or am I only learning to make more mistakes and to do more damage in ways I wasn't capable of before? My daydreams are variations of the same woman, the same romance, and for all I know she doesn't even exist. Am I endearing or pathetic? Am I a good dancer or does my body just move around when I hear things? Even the music gets worse. That's been one of the only constants and I don't know. Adding to the album collection, one more LP, one more song, one more band, one more genre, who cares at this point. I doubt music is going to change my life anymore than it already has. </blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
But this sound, these 40 minutes, if nothing else, its a safe place, but just for the time being.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
I'm going back to bed.</blockquote>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/25arcricAy4?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<i>(<a href="https://rateyourmusic.com/collection/library/rating38455454">alıntı</a> / alındı) </i>moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-11514903123937671832013-12-13T04:47:00.002+02:002013-12-13T04:48:30.777+02:00eşiğe altı kalakelimelerle barışmak? son bir-iki yılda çok az okuyup daha da az yazdım. sözcüklerin büyülü dünyasından kovulmuştum. "yazın" kendisini şifreli karakterlerin ardında gizlemiş, içimdeki seslerse algoritmayı bir daha asla kestiremeyeceğime beni inandırmıştı. sözcükleri yitirince doğal olarak iç dünyamı, beni "ben" yapanı, özümü, karakterimi, alamet-i farikamı, haliyle bir ölçüde pusulamı da yitirir olmuştum. hayatın bana dayattıklarına, beni içine sokmaya çalıştığı kalıba sessizce değil belki ama yavaş yavaş "eyvallah!" demiş, bir süre sonra direnme gücümü bile yitirmiş, tezgâhın arkasındaki herhangi bir kişi'ye evrilmeye razı gelmiştim. boynum bükük (ve bükük), gururum çoktan kırık ve onulmaz gibi dururken, hayatta yapabileceği en iyi şeyin bir sonraki günün gelmesini beklemek olduğuna inanmış insan motifine bürünmüştüm.<br />
<br />
bu şimdiki zamandan sürekli kaçma ve gelecekte her şeyin güzel olacağına, sorunların çözüleceğine, dünya barışının geleceği, açlık ve kıtlığın biteceği, galaksilerin bir araya gelip "bütün evren buna inansa..." şeklinde şarkı söyleyeceği zırvasına inanma sendromu da bir kişinin başına gelebilecek en elim belalardan birisidir herhalde. bu sayede takvimdeki günlerin başındaki (ve ortasındaki, ve sonundaki) sayıların birkaç sembolden fazlasını ifade etmediğine kendimizi inandırır, varsa şayet tanrı veyahut bir başka üstün gücün kıçının kenarıyla güleceği "ölümsüz" olduğumuza dair sanrıya tehlike arz edecek boyutlarda kapılır, onu sıkıca sarıp sarmalayıp yüreğimizin üstüne bastırırken elimizden kayıp gidenler karşısında kayıtsız kalırız. çözümlememiz gerekenleri bir sonraki güne ertelerken dünyanın sürekli değiştiği ve yol aldığı, bizimse onun arkasından bakarak takvim yapraklarını yolmakla yetindiğimiz gerçeği karşısında üç maymunu oynarız. başka bir yolumuzun olduğuna kendimizi inandıramıyorsak bu başka bir yol bulamıyor oluşumuzdandır.<br />
<br />
(...)<br />
<br />
moroff, eskiz defteri, 13.06.2013 //moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-66414644299750338792013-07-27T04:33:00.001+03:002013-07-27T04:33:26.293+03:00kırkayağın dilemması<i>...yahut kıyas-ı mukassim-i mahlukat-ı böcük.</i><br />
<br />
örümcek, kendisini yakalayıp yeme hazırlığı içerisindeki kırkayağa nasıl hareket ettiğini, yürürken hangi ayağını ilk olarak öne attığını sorar. daha önce bu konu üzerine hiç kafa yormamış olan kırkayak şaşırıverir ve işin içinden çıkamaz. derken örümcek kaçmaya başlar ve kırkayağın yanından uzaklaşır. kırkayak peşinden gitmek ister, ancak bir türlü kıpırdayamaz.<br />
<br />
literatüre "kırkayağın ikilemi," "kırkayak sendromu" veya "kırkayak etkisi" şeklinde geçen bu duruma isim babalığı eden kırkayağın hikayesi, ilk olarak katherine craster imzalı bir şiirde karşımıza çıkmakta:<br />
<br />
a centipede was happy – quite!<br />
until a toad in fun<br />
said, "pray, which leg moves after which?"<br />
this raised her doubts to such a pitch,<br />
she fell exhausted in the ditch<br />
not knowing how to run.<br />
<br />
konuyla alakalı bir başka dörtlükteyse şöyle buyurulur:<br />
<br />
a spider met a centipede while hurrying down the street,<br />
"how do you move at such a speed, with all so many feet?"<br />
"I do not have to contemplate to keep them all in line,<br />
but if I start to concentrate they're tangled all the time!"<br />
<br />
gördüğünüz gibi tüm bu şiir ve hikayelerin kıssadan hissesi, günlük hayatta neredeyse reflekssel düzeyde gerçekleştirdiğimiz eylemlerin, bilincin sonsuz hiçliğinde varlık bulmasını takiben doğallığını, basitliğini ve sıradanlığını yitiriyor olmasıdır.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-22734556682602761272013-04-08T19:25:00.000+03:002013-04-08T19:25:49.586+03:00yirmi yaşındaki bebekbaşlığın karşı cinsten aslen normal olgunluktaki bir insanı kaba bir tabirle betimleme çabası içerisindeki bir erkeğin ağzından döküldüğünü de düşünebilirsiniz, ama bu ihtimal şimdilik beyninizin ücra bir köşesinde kalsın ve kemerlerinizi sıkıca bağlayın, çünkü konumuza geçiyoruz. "yirmi yaşındaki bebek," brooke greenberg'den başkası değil. şimdi "brooke greenberg de kim be adam?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. brooke greenberg, aşağıdaki resimde de görebileceğiniz bebeğimiz, yani esas <strike>oğlanımız</strike> <strike>kızımız</strike> bebeğimiz.<br />
<div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.imgur.com/uk84Vl6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="http://i.imgur.com/uk84Vl6.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
</div>
<div>
bundan tam 20 yıl 3 ay önce maryland'da doğan greenberg, hayli sıkıntılı bir bebeklik geçirmiş ve hâlen de geçirmekte. kendisi gibi zekâ geriliğinden muzdarip değilseniz sizin de bu noktada artık çoktan anlamanız gerektiği üzere, greenberg bir türlü büyüyemiyor (ve de yürüyemiyor). annesinin karnında ancak sekiz ay sabredebilmiş. doğduğunda kalçası çıkıkmış. mide ülserleri, havaleler, hastane acil servislerinde geçen sayısız geceler derken büyüme bozuklukları baş göstermiş. dört-beş yaşlarında gelişimi külliyen durmuş. yüksek miktarda büyüme hormonu içeren ve istisnasız her biri haybeye geçen onca tedavi girişiminin ardından tabipler kendisinde genetik bir çapariz mevcudiyetinden işkillenmiş ve bu konuda çalışmalara koyulmuşlar. fakat gelin görün ki, yaptıkları hiçbir türlü tetkik böyle bir hasarın varlığına delalet etmemiş.<br />
<br />
yukarıda da bahsettiğim üzere, küçük (?) brooke tüm bunlar yetmezmiş gibi geri zekâlı ve zekâ yaşının 1'in altında olduğu tahmin ediliyor.<br />
<br />
brooke'un sorununun ne olduğu hâlen esrarını koruyor. ecnebiler ilk defa kendisinde gözlenen bu duruma, bilinmeyen yönünü vurgulamak için <i>syndrome x </i>demeyi uygun görmüş. ebeveynleri ise brooke'un ne hasta olduğunu, ne de tedaviye ihtiyaç duyduğunu düşünüyor ve dahası, bu delüzyonlarını dile getirmekten de hiçbir fırsatta kaçınmıyor.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
birisi kapıyı çalsa... kapıyı çalsa ve dese ki... bana dese ki, 'işte senin kızının ilacı bu. bu ilaç kızını düzeltecek. %100 çalışıyor!..' kaşlarımı çatar ve hönkürürüm: 'bayım, benim kızımın bir sıkıntısı yok!' benim kızım düzgün! brooke but not broken! -- howard greenberg, brooke'un babası.</blockquote>
ne yazık ki, babanın hayalini kurduğu bu gibi hikâyelerin gerçeklik bulma şansı şimdilik sıfırın üstünde gözükmüyor. brooke'un "düzeleceği" gün asla gelmeyecek olsa da, biliminsanları kendisinin üzerinde yapacakları çalışmaların "nasıl yaşlanıyoruz?" bilmecesinin cevabına biraz olsun ışık tutabileceği görüşünde birleşiyor. brooke ise tüm bunlardan habersiz bir şekilde, emeklemeye, nefes almaya ve bu gibi şeyler yapmaya devam ediyor. moroff baltimore, maryland'dan bildirdi. esenlikle kalın.</div>
moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-43517718903802705842013-01-09T18:19:00.002+02:002013-01-09T18:20:39.498+02:00vladimir franz<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.imgur.com/yIi1A.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="304" src="http://i.imgur.com/yIi1A.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
çek cumhuriyeti'nde başkanlık seçimleri 11-12 ocak 2013 tarihlerinde gerçekleşecek. sözkonusu seçimde tam tamına dokuz adet aday, müstakbel sabık başkan vaclav klaus'a haleflik etmek, ondan boşalacak olan koltuğa kurulmak, bacak bacak üstüne atmak ve ülkeyi kucağında hoplatmak için ter dökecek.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://pelicanmag.files.wordpress.com/2012/10/zdroj_facebook-com_vladimir_franz_prezidentem.jpg?w=440&h=240&crop=1" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="217" src="http://pelicanmag.files.wordpress.com/2012/10/zdroj_facebook-com_vladimir_franz_prezidentem.jpg?w=440&h=240&crop=1" width="400" /></a></div>
<br />
adaylar içinde ilk bakışta en fazla güven veren isim (ve işbu yazıyı yazma sebebim) kesinlikle <strike>nightcrawler</strike> vladimir franz. franz, aslen <strike>süperkahramanlık</strike> opera besteciliği ve ressamlık yapıyor. "kendi vücudum" adlı çalışmasında gördüğü kâbusları <strike>tuvale</strike> derisine yansıtmış. en önemli özelliği, bu toprakların çocuğu olması. franz içimizden biri. "halka hizmet, hakk'a hizmettir" lafını düstur edinmiş, sözüne sadık bir bohemya çocuğu. ve kim ne derse desin, nihayetinde o göründüğü gibi bir insan. içinin güzelliği dışına yansımış. zamanında kuran yakmış da olabilir, tam emin değilim. ayrıca seçilirse avrupa'nın ilk <strike>zombi</strike> siyahi ülke başkanı olarak tarihe geçecek. muhatap olacağı devlet başkanlarını da altına sıçtırma yöntemiyle manipüle edebileceğini tahmin ediyorum.<br />
<br />
çek kardeşlerimiz için hayırlı bir seçim olması dileklerimle. unutmasınlar ki kim kazanırsa kazansın, kaybeden kendileri olacak.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-18848445081960551312013-01-07T12:01:00.000+02:002013-01-07T20:23:19.845+02:00firavun'un yılanıyılanlar derilerini değiştirmelerinden dolayı antik mısır'da ölümsüzlük konseptiyle özdeşleştirilirdi ve başta kendi kuyruğunu yutan yılan figürü olmak üzere, genel anlamda "yılan," doğanın sürekli yenilenen yapısını ve evrenin bütünlüğünü sembolize etmekteydi. antik mısır'ın yılanlarla olan bir başka münasebetiyse, günümüzde popülaritesini yavaş yavaş yitirmeye başlayan yılan oynatıcılığının bu topraklar üzerinde başlamasıdır. yılan oynatıcılığı demişken, antik mısır'ın en popüler ve basit büyüleri arasında bastonu yılana çevirmek yer almaktadır ve bu hususta musa'nın dönemin firavununun büyücüleriyle sidik yarıştırdığı kayıtlara geçmiştir.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
cıva (II) tiyosiyanat (Hg(SCN)<sub>2</sub>), ilk defa modern kimyanın öncülerinden birisi olarak gösterilen jöns jacob berzelius tarafından 1821 yılında sentezlendi. bu beyaz toz organik kimyada pek bir öneme haiz olmasa da, ateşe maruz bırakıldığında gösterdiği tepkime, bu dünyaya ait olmadığı hissiyatı uyandıran görüntüler ortaya çıkarıyor; bu yüzden de kendisine "firavun'un yılanı" adı bahşedilmiş:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/jIEJvQaOgSE?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
yukarıdakı videoda gördükleriniz sebebiyle vaktizamanında epey bir rağbet gören cıva (II) tiyosiyanat yakımı, 1800'lü yıllarda özellikle almanya'da oldukça tutulmuş ve "pharaoschlagen" ismiyle piyasada kendisine yer bulmuşken, tepkime sonucunda ortaya çıkan maddeyi küçük çocukların ezkaza yiyip ölmesi sonucu yasaklanmış. günümüzdeyse hâlen yasak, fakat bunun nedeni yakıldığında açığa çıkan gazların zehirli olması.<br />
<br />
buyrunuz, bir de gif:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.minus.com/ipiVXFF4tGogP.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i.minus.com/ipiVXFF4tGogP.gif" /></a></div>
<br />
not: antik mısır ve yılanlar demişken, şu mısırlılar <a href="http://www.inquisitr.com/292028/penis-snake-discovered-in-brazil/"><i>Atretochoana eiselti </i>türü yılanlarla</a> birlikte yaşamış olsalar bu canlılara ne gibi anlamlar yüklemeyi seçerlerdi acaba?</div>
moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-30200056531941989302012-10-30T15:05:00.000+02:002013-01-07T12:49:15.687+02:00gg allin manifestosu<blockquote class="tr_bq">
"gerçek rock 'n' roll'un underground'lığına inanıyorsanız, kendisi için bir şeyler yapmanızın zamanı geldi. vakit konjonktürü alaşağı etme & müzik şirketlerine, radyo istasyonlarına, yayınlara, kulüplere ve günümüz sözümona "sahne"sine katkıda bulunan herkese karşı savaş açma vaktidir. her şeyi yıkmalı ve onu kurumsal şarlatanların ve konformistlerin elinden kurtarmalıyız. fakat eyleme şimdi geçilmeli ve kan dökülmeli.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
öncelikle size kim olduğumu anlatayım. ben jesus christ allin ismiyle 1956'da lancaster, new hampshire'da dünyaya geldim. incilde öğrettikleri jesus christ şarlatan taklitçinin teki- kötürümlerin destek aldığı bir koltuk değneği. siktir edin o ibneyi! asıl herif benim. ana rahminde kendimi cehennem ateşlerinden yarattım. isa, tanrı ve şeytan arasında bir fark yok, çünkü hiçbiri de benden başkası değil. rock 'n' roll'u geri almak ve elde ettiğim güçler sayesinde gerçek "kral"ın kendim olduğunu ispatlamak için buradayım.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
1956'da doğduğumda, rock 'n' roll henüz start alıyordu. neden sanıyorsunuz? çünkü onu ben yarattım. elvis'i ben yarattım. hepsini ben gerçekleştirdim. doğmadan evvel bile krokisini çiziyordum. fakat yıllar geçtikçe herkes koyuverdi. bu yüzden onu geri almaya hazırım. kimse ona sahip çıkmadı. kimsenin sabrı başladığı şeyi bitirmeye yetmedi. hepsi beni yüzüstü bıraktı ya da bir nedenle ben kendilerinin canını aldım. oyunlarını bozan bendim. fakat para ve tecimsel kaygılar hepsinin davayı satmasına neden oldu. iggy bile yüzümü kara çıkardı. sex pistols yüzümü kara çıkardı. sid aşık olduğunda yüzümü kara çıkardı (bu yüzden hepsi ölü). ve şimdilerde ramones çıkıp guns n' roses gibi grupları övüyor- var oluş amaçlarına ihanet ediyorlar.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
fakat yıl 1991. son kanlı çatışmanın onyılındayız. rock 'n' roll'u kitlelerin elinden almalı ve konfor yahut uyumculuğa asla razı gelmeyecek kişilere geri vermeliyiz. akabinde sahnede intihar edeceğim ve rock 'n' roll'un kanı sonsuza dek evrenin zehri haline gelecek. etrafınıza bir bakın ve neler olduğunu görün. omurgasız kayıt şirketleri para, medya ve politikacıların oyuncağına dönmüş, anaakımın kıçını yalıyor. sözümona keskin radyo istasyonları karşı çıktıkları istasyonlar kadar bayık. sansürlü yayınlar takım elbiselilerin kıçını yalıyor, bürokratlarsa başkalarının kıçını. sözümona "yeraltı" yayıncılarının bile ellerini kana bulamaktan ödleri kopuyor. dünyayı nasıl daha harika bir yer haline getirebileceğimizi çığırmakla ve örtmecelere kafa yormakla meşguller. dile kolay.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
savaşma vakti. öç alma vakti. rock 'n' roll'un şu halini bertaraf etmeliyiz. ürünlerini almayarak müzik şirketlerini yıkmalıyız. boykot. eğer bir kayda sahip olmanız gerekiyorsa, çalın onu. böylece sizin paranızı alamazlar. onları beslemekten vazgeçmeliyiz. desteğiniz bana gitmeli- gg allin'e; rock 'n' roll'un komuta lideri ve teröristine. neden şu anda hapishanede olduğumu sanıyorsunuz? çünkü benim kim olduğumu biliyorlar ve varlığımdan ürküyorlar. toplumumuz benim görevimi durdurmak istiyor. beyninizi yıkamak ve sizleri mtv'nin başına kilitlemek, onun durgun ve güvenli dünyasına hapsetmek istiyorlar. rock 'n' roll'u öldürmek için kurulmuş bir plan. ben kurtarıcınızım. bu yüzden toplum için bir tehdit olarak görülüyorum.</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
işte yapmanız gereken:</blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
plakçınıza gidin ve ellerindeki tüm gg allin kayıtlarını isteyin. eğer stoklarında yoksa, sipariş etmelerini söyleyin. reddederlerse, yapmanız gerekeni yapın. radyo istasyonlarını arayın ve gg allin şarkılarını isteyin. bulduğunuz her yere sprey boyalarla "GG ALLIN" yazın. hastalığın yayıldığından ve <i>scumfuc </i>geleneğinin sürdüğünden haberdar olmalarını sağlayın. dolar banknotlarınıza "GG ALLIN" yazın. elinizdeki tüm banknotlara. insanlar parayı çöpe atmaz, böylece mesajı bedavaya ulaştırmış oluruz. hayatınızın her gününde bunu yapmalısınız. rock 'n' roll underground'u için yaşamalıyız. yeniden karanlık ve tehlikeli bir hâl alabilir. toplumumuz için -en başından beri olması gerektiği gibi- bir tehdit unsuru olabilir. KESİNLİKLE UZLAŞMAZ OLMALI. ve benim önderliğimde, bunlar gerçekleşecek. dostlarım, sizleri gerçek rock 'n' roll underground'ına sokmaya hazırım. haydi, başlayalım."</blockquote>
<br />
<div style="text-align: right;">
gg allen manifestosu, gg allen, 1991</div>
<div style="text-align: right;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: left;">
<i>gg allin 1956'da amerika'da doğdu. zor bir çocukluk, başarısız bir okul hayatı ve kaotik bir gençlik geçirdikten sonra dönemin punk kültüründen etkilenerek piyasaya atıldı. müziğinden çok, sahnede yaptıklarıyla ön plana çıktı. bunların arasında şarkı söylerken sıçmak, dışkısını seyircilere fırlatmak, seyircilerle kavga etmek, mikrofonu götüne sokmak gibi davranışlar yer alıyordu. eroin ve alkol bağımlısıydı. kendisini "son gerçek rock 'n' roller" olarak gören allin, rock 'n' roll'un toplum için bir tehlike unsuru oluşturması ve başkaldırı niteliği taşıması gerektiğine inanmaktaydı. ömrü boyunca elliden fazla defa tutuklandı. antisosyal kişilik bozukluğu ve borderline kişilik bozukluğundan muzdaripti. defalarca sahnede intihar edeceğini geveleyip durmuş olsa da, 1993 yılının bir gecesi, konser sonrasında yanlışlıkla speedball (eroin + kokain) overdose edince geberip gitti.</i></div>
moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-62410462173054090322012-10-11T03:53:00.000+03:002012-10-11T04:04:27.100+03:00kibrit<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrTcpNTD9F8bwAd3emua0L1ypHVLeJcmKzeAeuCiIrhQl4NLhdXTXm_IAiuEldBeHvs7n7VSmAb9gAWZNpyRIy4-M3_VjHhpA94M_lMIClIgIADvrP8gPI0ndw5r5gJwTcl_9tFeM0UNzn/s1600/kibrit.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrTcpNTD9F8bwAd3emua0L1ypHVLeJcmKzeAeuCiIrhQl4NLhdXTXm_IAiuEldBeHvs7n7VSmAb9gAWZNpyRIy4-M3_VjHhpA94M_lMIClIgIADvrP8gPI0ndw5r5gJwTcl_9tFeM0UNzn/s400/kibrit.gif" width="400" /></a></div>
<br />
"gecenin bi yarısı, saat başına bir arabanın geçmesinin olağandışı sayıldığı bir sokakta, iki arabanın arka arkaya geçmesini beklemek gibi olacağından bahsetmemiştin" derken, suratına bakılırsa ciddi olduğunu düşünebilirdiniz. ama ben, ciddi olduğunu söyleyemezdim; olayların bu noktaya geleceğini kestiremeyecek kadar düşünme kabiliyetinden yoksun olamazdı, tanıdığım kadarıyla olmamalıydı, şarkıda da dediği gibi: beyaz tavşanı takip ediyorsanız, düşmeyi de göze alacaktınız.<br />
<br />
tartışmak gereksizdi, burada dil dökmelerimiz bir işe yaramayacaktı. karşımda oturup sussaydı da iletişim kurabilirdik; yani, eskiden öyleydi, ve yetenekler kolay kolay kaybolmaz diye bilirdim. belki de aslında yapmak istediğimiz bir uzlaşıya varmak değildi şu konuşmada; sanırım arzumuz her şeyi tamamıyla yakmaktı ve bunun farkında mıydık, kendi adıma bilmiyordum. <br />
<br />
"birisinin benzini dökmesi birisinin de kibriti çakması gerekiyordu ve görev paylaşımı konusunda sıkıntı yaşıyor gibiydik" diye düşünürken, aslında söyledikleriyle, şu suratıma bakmayan uzaklara dalmış gitmiş taklidi yapan bakışlarıyla, benzini çoktan dökerekten zaten çıkacak olan yangının tohumlarını ıslatmış olduğunu farkettim. salağa yatmakla meşguldüm; haksızlık vardı burada: kibriti çakmak sanki omuzlara daha çok sorumluluk bindiren bir işti. ama bi yandan da bana kalan görevin zorluk derecesi pek yüksek değildi: öyle drama yeteneğimi filan konuşturmama, afili cümleler kurmama gerek yoktu, ben olmam ve ben olmamın getirdiği bir hareket gayet yeterli olacaktı, <a href="http://youtu.be/MJCiJC2MM5Q">zaten başkası gibi davranmak pek bana göre bi iş değildi.</a><br />
<br />
"haklısın" dedim, sadece "haklısın". ve bana kalırsa onun penceresinden bakıldığında haklıydı ama şöyle bir sorun vardı: elimizdeki veriler onun penceresinden görülenlerle kısıtlı değildi; ve o, o kısıtlı alandan baktığı sürece geri kalanı göremeyecekti. görmesini sağlamaya çalışabilirdim; ama bu, şu anki sondan daha farklı bir son sunmaktan ziyade, sadece benim de haklı olduğum yönler olduğunu gösterecekti ve ben bu işle uğraşacak zerre istek barındırmıyordum, hem zaten iyi adam olarak bilinmekten sıkılmıştım, biraz da kötü olarak bilineyim n'olacaktı, taşıyamayacağım bir sorumluluk gibi gelmiyordu hiç şu an.<br />
<br />
diyeceği bir şey olmadığını, her şeyin bittiğini bilmeme rağmen, paltomu üzerime geçirirken nezaketen de olsa, suratımda umursamaya çalışıyomuş izlenimi yaratan bi ifadeyle <span style="font-size: x-small;">-ki gerçekten umursayan bi ifade takınmak isterdim, ama şu an kaybetmeyi kabullenmeyle gelen boşvermişlik aşamasındaydım, baya baya üzgündüm ama umursayamıyordum işte-</span> "diyeceğin bir şey var mı" gibilerinden önünde durdum. ağır ağır giyinmiştim ve bu süre içinde tahmin ettiğim gibi ağzını açmayı bırak; baktığı yönde, bakışlarında en ufak bir değişme olmadı bile. ben de üzerime düşen son görevi yaptım: "hoşçakal" diyip, arkamı döndüm ve kapıya kadar belki bir ihtimal bir şey der diye yavaş adımlarla gittim. ses gelmedi tabii ki, kapıda bekleme yapmadan çıktım, zaten yeterince yavaş davranmıştım.<br />
<br />
kapıdan çıktıktan sonra ufukta kaybolacak olan ben iken, kaybolan tek şey boşvermişliğim olmuştu, "çıkarken düşürdüm sanırım" diyip, geri dönmeye niyetlediysem de bu kadar saçmalamama izin veremezdim. oturmamın en az garipseneceği en yakın yere çöküp, kulaklığı kulağıma geçirip, bi sigara yaktım, şarkının sözlerine mırıldanarak eşlik ettim:<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #444444; font-family: 'Times New Roman', Times, serif; font-size: large; line-height: 23px;">Showed her and I told her how</span><span style="color: #444444; font-family: 'Times New Roman', Times, serif; font-size: large; line-height: 23px;"><br />She struck me but I'm fucked up now</span></div>
<span style="color: #444444; font-size: large;">
</span><footer data-author="lostinthefunhouse" data-flags="vote msg blame old entryrequestmove" data-id="977554" style="background-color: #ececec; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: Verdana, sans-serif; font: inherit; line-height: 19px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"></footer>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-2799395439749379982012-10-08T05:12:00.001+03:002012-10-08T20:40:47.611+03:00son beyazı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEJBtEAY5Ah1nAgcB_zacfUW8DRK-6ppUn92U5D-3y2n8A71Z7BjiiFY4cT7tziqODBYGJUeaQnhyETY7OA-vBPUghaSxALEMtLbvwpNMkCmdjtlSfJNJL8p5Kjwb_xOTZ4Cx65I1G5NGS/s1600/aydi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="255" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEJBtEAY5Ah1nAgcB_zacfUW8DRK-6ppUn92U5D-3y2n8A71Z7BjiiFY4cT7tziqODBYGJUeaQnhyETY7OA-vBPUghaSxALEMtLbvwpNMkCmdjtlSfJNJL8p5Kjwb_xOTZ4Cx65I1G5NGS/s400/aydi.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
"şu hâlinle hayatta kalman mucize" dedi. dalgındım.<br />
<br />
hayatımın şu gününe kadar aradığım mucizenin hayatımın kendisi olduğunu bildirmişti sanırım demin. dalgınlığımı savuşturmaya çalışıyorken, neyi kastettiğini derinlemesine düşünmeye başlamıştım. "galiba yarım metre dibimde kaliteli xenon farların uzunlar açık vazitette görüş alanımın içinde, gözüme 90 derece hizada olması" durumunu en azından bir kez yaşamış olmam durumundan bahsediyordu, hani şu kıyısından geri dönenlerin gördüğü ortak görüntü, hep bahsettiği kutsal beyazlık. <br />
<br />
<a href="http://youtu.be/cud_k9f6tqk">gözüne far tutulmuş tavşan*</a> saçmalaması sıklıkla başıma gelen bir olaydı; fakat o kutsal beyazlıkla pek de alâkalı değildi sanırım bu. ama, tahminimce benzer şeyler olmalıydılar: o kadar yol almışken ölümden dönmek de saçma değil miydi ki yani şimdi?<br />
<br />
anlattıklarını dinlemiyordum ve bana bakmadan konuştuğundan anlattıklarını dinlemediğimin farkında değildi. yine ilkokulda yeteri kadar yeşilay haftası kutlamamış bir doktor ile karşı karşıyaydım alt tarafı, nesini dinleyeydim. hava kirliliği, yediğimiz içtiğimizin içindeki bi ton katkı maddesi, modern hayatın bize yaşattığı şu stres, yediğimiz radyasyon s*kinde değildi de taka taka iki ciğere düşman olanlara takıktı sadece. insan dediğin yalnızca ciğerlerden mi ibaretti; bunun midesi vardı, kolu vardı, bacağı vardı, beyni hatta kalbi bile vardı be.<br />
<br />
ve şu an; anlattığı konunun içeriği bakımından beynimi bulandırmak suretiyle ona zarar verirken, eş zamanlı olarak anlatırken kullandığı üslup ile de kalbime zarar vermekteydi. tüm bunları farkında olmadan yapmaktaydı, fark etseydi yapmazdı heralde, ne bileyim o kadar yıldır birbirimizi tanıyorduk ve birbirimizi bi bu kadar daha tanımak için vaktimiz olduğunu sanmıyordum. hatta aradan geçecek olan zaman bizi birbirimize yabancılaştırabilirdi bile belki.<br />
<br />
"öyle olur muydu lan acaba" diye bi düşündüm, aklım şimdi de buna takılmıştı. sonra bi noktada böyle bir şey için en azından ikimizden birinin "tanıdığına pişman olunan insanlar"dan olması gerektiğine kanaat getirdim, içimden "ikimiz de onlardan değiliz ki b'olum" diyip de rahatladım, bu saatten sonra da olmazdık sanırım. <br />
<br />
sahi beni tanıdığına pişman olan bi insan tanımış mıydım ben acaba? hiç hatırlamıyordum. belki de vardı böyle insanlar da söylemeden çoktan çıkmışlardı zaten yaşam alanımdan. insan giderken bi söylerdi yahu, bilgilendirirdi böyle böyle diye, benim de kendimi tanımama yardımcı olmuş olurlardı, insanın kendisini hiçbir zaman tam olarak tanıyamayacak olması, kendisiyle tanışamayacak olması çok acı bir şeydi neticede.<br />
<br />
ben daldan dala atlayan maymun misali düşünceden düşünceye geçerken, o çoktan önlüğünü çıkarıp, dışarı çıkmak için hazırlanmıştı bile, anca omzumu onun dürtmesiyle gelen irkilmemden sonra farkettim. "bir şeyler içmeye gidelim mi" şeklindeki sorusuna kafamı onaylar vaziyette sallayaraktan karşılık verirken ayağa kalktım, sonra da ardına düştüm.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-27767072967358064702012-09-11T11:02:00.000+03:002012-09-11T11:11:43.904+03:00sevgili roosevelt...<i>internette gezinirken çok enteresan bir anekdotla karşılaştım. küba eski lideri fidel castro (d. 1926), aşağıdaki mektubu 1940 yılında zamanın amerikan başkanı franklin d. roosevelt'e (1882 - 1945) yazmış. sizlerin de görebileceği gibi mektubu yazdığında castro 13-14 yaşlarındaymış; ancak kendisinin 12 yaşında olduğunu belirtmiş.</i><br />
<i><br /></i>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Santiago de Cuba<br />
Nov. 6, 1940<br />
Mr. Franklin Roosevelt<br />
President of the United States </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
My good friend Roosvelt:<br />
I don't know very English, but I know as much as write to you. I like to hear the radio, and I am very happy, because I heard in it, that you will be President for a new (periodo). I am twelve years old. I am a boy but I think very much but I do not think that I am writing to the President of the United States. If you like, give me a ten dollars bill green american, in the letter, because never, I have not seen a ten dollars bill green american and I would like to have one of them. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
My address is:<br />
Sr Fidel Castro<br />
Colegio de Dolores<br />
Santiago de Cuba<br />
Oriente. Cuba. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
I don't know very English but I know very much Spanish and I suppose you don't know very Spanish but you know very English because you are American but I am not American. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
(Thank you very much) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Good by. Your friend, </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
(Signed) </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Fidel Castro </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
If you want iron to make your <strike>sheaps</strike> ships I will show to you the bigest (minas) of iron of the land. They are in Mayari Oriente Cuba.</blockquote>
<br />
<br />
ÇEVİRİ:<br />
<br />
Santiago de Cuba<br />
6 Kasım 1940<br />
Bay Franklin Roosevelt<br />
Birleşik Devletler Başkanı<br />
<br />
İyi dostum Roosevelt:<br />
İngilizce çok bilmiyorum, ama sana yazmak kadar biliyorum. Radyo duymayı seviyorum, ve çok mutluyum, çünkü onda senin yeni bir periodo için başkan olacağını duydum. Ben on iki yaşındayım. Ben bir çocuğum ama çok düşünüyorum ama Amerika Birleşik Devletleri başkanına yazdığımı düşünmüyorum. Hoşuna giderse, bana bir on dolar yeşil amerikan ver, mektupta, çünkü hiç, daha önce on dolar yeşil amerikan görmedim ve onlardan birine sahip olmak isterim.<br />
<br />
Adresim:<br />
Bay Fidel Castro<br />
<br />
Colegio de Dolores<br />
Santiago de Cuba<br />
Oriente. Cuba.<br />
<br />
Ben İngilizce çok bilmem ama İspanyolca çok bilirim ve zannedersem sen İspanyolca çok bilmezsin ama İngilizce çok bilirsin çünkü sen Amerikansın ama ben Amerikan değilim.<br />
<br />
(Çok teşekkür ederim)<br />
<br />
Gül güle. Dostun,<br />
<br />
(İmza)<br />
<br />
Fidel Castro<br />
<br />
<strike>Gamilarini</strike> Gemilerini yapmak için demir istersen bölgenin sana en büyük demir (minas)ını göstereceğim. Onlar Mayari Oriente Cuba'da.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-64585982812815938122012-09-08T03:51:00.001+03:002012-09-10T18:43:14.293+03:00araknodaktilil<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiV8_VkFeGoGyFKTaFLWqsrg7_gZ1F5wvA0fzQgz3vYWAHESywtxXw3569CFXf74MV-Q-6lblnvzFUlMDgsJEZ7iYa44_kpiTGOPqm06JBZgfngo5bOQKGi5t0ttVbiH_UQKujoHly7xpWz/s640/blogger-image-262395265.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiV8_VkFeGoGyFKTaFLWqsrg7_gZ1F5wvA0fzQgz3vYWAHESywtxXw3569CFXf74MV-Q-6lblnvzFUlMDgsJEZ7iYa44_kpiTGOPqm06JBZgfngo5bOQKGi5t0ttVbiH_UQKujoHly7xpWz/s640/blogger-image-262395265.jpg" /></a>kelime anlamı "örümcek parmaklar" olan araknodaktilil, örümcek adamı kıskandıracak kertede fiyakalı bir sendromdur. araknodaktilil, kişide doğuştan var olabileceği gibi, ömrün herhangi bir periyodunda da aniden baş gösterebilir. ortaya çıkma nedeni tam olarak kestirilememiş olsa da, hastaların radyoaktif örümcekler tarafından ısırılmış olma ihtimalleri katiyen elenmiştir. garbi tabiplerse harbi sebebin gen mutasyonları olduğu hususunda diretmektedir.<br />
<br />
kişinin yalan söylemesi ya da benzeri herhangi bir durumda ilerleme göstermeyen sendrom, parmakların saat yönünde yüz seksen derece dönmesine olanak tanıyacak kadar azabilir.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-9933704538420894532012-09-06T13:08:00.000+03:002012-09-06T13:08:24.306+03:00muhtemelen bilmediğiniz bir-iki kavram [p]<b>pika:</b> kulağa hoş bir şey gibi gelse de, aslen genellikle sindirilemeyen nesnelere karşı duyulan iştahla karakterize bir sapkınlığı belirtmek için kullanılıyor. tarihte de bu sapkınlığın pençesine düşen kişilere sıklıkla rastlanıyor ve bunlara itinayla pikaçu diyoruz. pikaçular olur olmadık yerde ve zamanda <i>pikaaa</i> diye anırmanın yanı sıra cam, çivi, saç, idrar, bok, daha, fazla, devam, edemeyeceğim, midem, kaldırmıyo gibi birçok maddenin konsümasyonunu- oh tanrım bu kadarı yeter<br />
<br />
<b>pronoya:</b> paranoyanın karşıtı; ancak "bana bişey olmazcılık" anlamında değil; aksine, tüm dünyanın işi gücü yokmuşçasına kendisine iyilik etmekle kafayı bozmuş sevimli insancıklardan oluştuğunu varsayma, buna inanma hali. coelho'nun hastalığı.<br />
<br />
<b>prosopopoeia:</b> üçüncü bir ağızdan konuşma yöntemi. hatibin, muhataplarına hitap ederken konuşan aslen kendisi değilmiş de bir başka kimse veya nesneymiş gibi davranması.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-40579409657764355072012-07-31T15:37:00.000+03:002012-08-14T03:04:39.651+03:00FOP ile taşa dönmekselamlar sevgili sakalistalar. bu yazımızda on beş yaşındaki amerikan kanaat önderleri tarafından "cool!" sıfatıyla anılmayı sonuna dek hak eden bir isme haiz olan bir hastalıkla tanışacağız: fibrodisplazi ossifikans progressiva (FOP).<br />
<br />
kelime anlamını açarsak, "fibröz dokunun (fibro-) anormal biçimde gelişerek (-displazi) kademeli olarak (progressiva) kemikleşmesi (ossifikans)" sonucuna ulaşırız ki; yeterince açık olur.<br />
<br />
kemik oluşumunu sağlayan gen, sağlıklı bireylerde doğumun ardından deaktive olur. FOP hastalarında ise işlerliğini sürdürür. bu hastaların kas, bağ ve lif dokuları, en ufak bir hasar görmeleri halinde kemikleşir. kemikleşmeyi önlemek içinse salt bu dokuların harabiyetinden kaçınmak yeterli olmaz. rutin yenilenme sürecine giren tüm dokular, kemiğe dönüşecektir. kişi adeta doğumunda medusa'yı görür; o günün ardından yavaşça ve acılar içinde "taşa dönmeye" başlayacaktır.<br />
<br />
FOP karşısında tıbbın imkanları maalesef kısıtlıdır. hastalığın en vahim yanı, ameliyat karşısında vücuda gösterttiği tepkidir: GOP'lu bireyin ameliyatla temizlenen kemik doku aşırısı, operasyonun ardından kat be kat artarak yeniden ortaya çıkacaktır. bu durumda ameliyat bir opsiyon olmanın çok uzağında kalmakta, farmakoterapiyse (ilaç tedavisi) durumu hafifletmenin ötesine geçememektedir.<br />
<br />
hastalığa ilişkin enteresan bir nokta, çok ileri safhalarında hastaların ömurlerinin geri kalanında içerisinde bulunacakları pozisyonu -ayakta veya oturur halde- seçmek durumunda kalmalarıdır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj84IK_WpC6n3DwaWncTufokACUpnotHkN1R4msKlevAOe6wQ_UsdjeZy-9zQFvKUUyuHol7I7Vfxzv_hwjePL6StfkSmEbrEPq5H9oMVMay_lhfElIulEwk_wIrBiwbQmlHeT-8pXHEQq8/s640/blogger-image--1743531761.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj84IK_WpC6n3DwaWncTufokACUpnotHkN1R4msKlevAOe6wQ_UsdjeZy-9zQFvKUUyuHol7I7Vfxzv_hwjePL6StfkSmEbrEPq5H9oMVMay_lhfElIulEwk_wIrBiwbQmlHeT-8pXHEQq8/s640/blogger-image--1743531761.jpg" /></a></div>moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-75049183856650963872012-07-14T06:40:00.000+03:002012-07-15T21:13:41.500+03:00earthrise<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwe5Zs8x2pegMBecgNcK_3CUYNJAZgkpP9eoEm_mfZo2F-iQweFKcYaic2nVOqtvLcRr0U9_oj7HvVCg5uoqM6ZOBtnQus3TI2vIcJ8Sb-CpBJVZ9lj5CyhJG6RZ_fWmTnXKD5NNtR8fQj/s1600/earthrise.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="256" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwe5Zs8x2pegMBecgNcK_3CUYNJAZgkpP9eoEm_mfZo2F-iQweFKcYaic2nVOqtvLcRr0U9_oj7HvVCg5uoqM6ZOBtnQus3TI2vIcJ8Sb-CpBJVZ9lj5CyhJG6RZ_fWmTnXKD5NNtR8fQj/s320/earthrise.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="color: white;"><span style="background-color: black;"><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">earthrise, siktiğimin gezegeninin uzaydan insan eliyle çekilmiş ilk fotoğrafı. uzaktan ne kadar da şirin, ne kadar da mavi, ne kadar da zararsız duruyor değil mi? sağlığımıza kastın var ey dünya, ben seni nasıl seveyim!<br /><br />gerçi her ne kadar böyle desek de astrolojiyi ele aldığımızda güneş sistemindeki diğer gezegenlere kıyasla dünya'nın daha bi masum olduğunu görüyoruz; siktiğimin jüpiterinin venüs'ü gölgelemesiyle hayatımıza kayışını unutmayalım gençler, hatırlayın o astroloji yorumlarını: "</span><span style="font-family: Arial; font-size: 13px; line-height: 16px;">Ekimde zaten Satürn sizi zorladığı konumdan çıkıyor ve Akrep burcuna girecek"</span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"> mına kodum satürn'ü bize gireceği kadar girmiş zaten akrep'e girmese bari diyoruz ama durmuyor bizden çıkıp akrep'e giriyor. az mı gerginlik yaşadık, neptüm ipnesi güneş'ten uzaklaştı diye; eğitim ve aşk hayatımız sıkıntıya girmedi mi plüton götüm götüm bizim etki gezegeninize yaklaştı diye.</span></span><br /><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /><span style="background-color: black;">güneşi ve onun birkaç milyar yıl sonra çökecek sistemini </span></span><span style="background-color: black;"><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">toptan sevmiyorum ve de uğraşmayın sevdiremezsiniz; çü</span></span><span style="background-color: black; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">nkü biliyorum ki o da beni sevmiyor, derken Velvet Underground'ın 1970 tarihli "loaded" albümünden işbu eser geliyor:</span></span><br />
<span style="background-color: black;"><span style="color: white;"><br /><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/wGkRUb_k-Mo" width="560"></iframe></span></span></span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-79262483536264382422012-06-21T17:40:00.003+03:002012-06-21T19:59:36.008+03:00LW et felisçok ilginç bir vaka bu louis wain'inki. kendisinin adını ilk kez farmakoterapi dersinde; pek muhterem hocam muhteviyat kocamikrofon'un şu bağıra çağıra anlattıklarından birinde işitmiştim (işitmek durumunda kalmıştım). sadede gelecek olursam; wain bir ressam. onu eşsiz kılansa kedi resimleri çizmeye düşkünlüğü ve gerçeklik algısının giderek çarpıklaşması; ki frenkler bu ikincisine şizofreni demeyi marifet sayar.<br />
<br />
zor bir hayat sürmüş wain. tavşan dudaklı olduğundan okula göndermemişler. henüz yirmisinde, babasının zamansız vefatı üzerine ailesine bakmak durumunda kalmış ve bunun üzerine çocukluğundan beri heves ettiği çizerliğe el atmış. çeşitli gazetelerde çalışmış. az zamanda çok ve büyük işler yapmış ve namını yürütmüş. kedi resmetme iptilasıysa sonraları, kanser olan karıcığının gönlünü ferah tutmak için evin neşe kaynağı, sevimli pisicik robert'i çiziktirmesiyle başlamış. refikasını kaybettikten sonraysa hayatını tamamıyla bu yeni düşküsüne adamış.<br />
<br />
kediler. karakediler, pamuk beyazlığındakiler, melezler, renkli gözlüler, miyavlayanlar, noel baba kılığında hediye dağıtanlar, keman çalanlar, golf oynayanlar, güler yüzlüler, asık suratlılar. hepsi kendilerine wain'in tuvallerinde yer bulmuş. gelgelelim; harb-i umumi baş gösterince, wain'in yaşam şartları epey bir zorlaşmış ve bu sıralarda içerisinde bulunduğu derin çöküntünün neticesinde şizofreni illetine tutulmuş. bu dönem ve sonrasını kapsayan süreçte ortaya koyduğu eserlerse, bir şizofreniğin dünyasına ışık tutması bakımından oldukça faideli. ekşi sözlükten <a href="http://www.eksisozluk.com/info.asp?n=eula+varner">eula varner</a>'in <a href="http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=8340362">deyişiyle</a>: <i>"tavuskuşu kuyruğu veya kelebek kanadına daha çok benzeyen, rengarenk kaleydoskopik/fraktal desenli kediler resmetmeye başlamış."</i><br />
<i><br />
</i><br />
şizofreninin kişinin zihninde oluşturduğu yıkımı kademeli olarak görmek istiyorsanız, wain'in eserlerine bir göz atmanızda yarar var.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="http://i.imgur.com/aD3bb.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="272" src="http://i.imgur.com/aD3bb.jpg" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">wain'in progresif zihin bulanıklığını ortaya koyan,<br />
kronolojik sıraya göre dizilmiş bazı eserleri.</td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="http://i.imgur.com/qPH0X.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="http://i.imgur.com/qPH0X.jpg" width="258" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><strike>otoportre.</strike> sağlığında çizdiği bir kedi portresi.</td></tr></tbody></table><br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="http://i.imgur.com/NI76f.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="http://i.imgur.com/NI76f.jpg" width="240" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">golf oynayan kediler.</td></tr></tbody></table><br />
moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-22515559973826514502012-05-24T00:03:00.003+03:002012-05-24T00:07:47.318+03:00yeşil çam<i>(çok uzun zaman oldu. aslında özür dileyesim yok. süre zarfıyla alakalı herhangi bir vaatte bulunmuş değilim. daha da önemlisi, elimde değildi. nazal dekonjestan var, ama yazar dekonjestanı yok. kısacası tıkanırsanız modern tıbbın elinden bir şey gelmiyor. "git azıcık upper al, ginkgo al, tekrar dene" diyorlar insana. en azından ben kendime öyle dedim. o kadar yıl boşuna mı okuduk? cıkcıkcık. nedir? yazı. evet. buyrun.)</i><br />
<br />
ormandan kestik çamı. çünkü... işte. süsleyip püsledik bir güzel. neden?.. bilmiyorum. canımıza susamış olmalıydık. çamı saksıya, saksıyı yunus abinin masasının kenarına, kıçımızı diken üstüne koyup beklemeye başladık. sinirli adamdı yunus abi. bakışları sert, solu çok tersti. tasvip etmezdi böyle haysiyetsiz, hayasız davranışları. yemekhanede yemek yiyordu o sırada. yedikleriyle adeta savaş verirdi yunus abi. çatalından kaçabilen pirinç tanesine, kaşığından paçayı sıyırabilen çorba yudumuna rastlanmamıştı. o gün de kuşbaşı dilinmiş tavuk göğsü parçalarıydı bir bir salavat getiren. yunus abinin çatalı mızrak gibi saplanıyordu göğüslerine. ne zaman ki her biri cehennemin dibini boyladı, abimiz de yorgun ama mağrur tavırlarla sandalyesinden kalktı ve o sırada midelerinde uçuşan kelebekleri avlamakla meşgul olan bizlere doğru yol aldı. çamı görmesiyle yaygarayı koparması bir oldu:<br />
<br />
"KİM KOYDU LAN BUNU BURAYA? SİKTİMİNİN ÇAM AĞACI. MAKARAYA MI ALIYOSUNUZ LAN BENİ? BÖYLE İBNELİK YAPILIR MI LAN?!"<br />
<br />
gülümsemeye başladık. bıyık altından. sonra birimiz kıkırdadı. alenen gülmeye, kahkahalar atmaya, kısacası sesimizi duyurmaya cesaretimiz yoktu sanırım. yine de yoktu keyfimize diyecek.<br />
<br />
"AMARİGAN UŞAKLARI. HIRİSTİYAN KÖPEKLER! BULUCAM OLUM BUNU YAPANI! BULUCAM ULAN!"<br />
<br />
pekala, bu kadarı da fazlaydı. masayı yumruklamaya başlamıştı bizimki. çok ileri gitmiştik belki de. yine de kimseden çıt çıkmadığını idrak etmesinin ardından anlamsız bir sükunete gark oldu ve yüksek yerlerden kendisine birkaç dakikalığına ödünç verildiğine kanaat getirdiğim peygamber sabrıyla, yeni ağaççığındaki her bir süsü nazikçe sökmeye başladı. bu batısızlaştırma eylemi ve abimizi içine soktuğu misyoner deyyuslara en güzel cevabı verdiği delüzyonu nihayet son bulup kendisini tekrar üç-beş kendini bilmeze maskara olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bırakınca, anlamsız bir biçimde söylenmeye- söylenmek ne kelime; düpedüz sayıklamaya başladı kültürümüzün varisi ve (ona ne şüphe ki!) murisi. mırıldanmalarını sürdürüp saksısı elinde, dış kapıyı aralarken, bizse kahkaha atma fikrini çoktan unutmuş, şaşkınlıkla birbirimize bakıyorduk. o dışarıda adım adım yavrusunu ekeceği bir yer bulmaya çalışırken, ben de gözlerimi diktiğim formika masanın desenlerinde pişmanlığımı boğmak istedim... yapamadım...moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-14621523380423541162012-05-17T00:06:00.000+03:002012-05-17T00:49:04.681+03:00krokodil yahut filmin sonuna sarış, kestirmeden varışkrokodiller gündüzleri uyur. zamanlarının çoğunu suda geçirirler. yaşamlarının ilk <strike>altı ayında</strike> evresinde yalnızca <strike>anne sütüyle</strike> böcekler, salyangozlar, kabuklular (midye tava) ve iribaşlarla beslenirler. ergenliğin ardındansa balık etinin ve memelilerin hastası olurlar. bu son kısım başka bir canlıyı andırdı sanki. yeri gelmişken, penisleri yalnızca birkaç santim uzunluğundadır. yeri gelmişken, beyinleri ortalama 11 gramdır. erkekleri, dişilerinden daha iridir. kalpleri dört gözlü, derileri pulludur. bizi de bu son kısım ilgilendiriyor.<br />
<br />
rusya'da eroin ithalatı, genellikle afganistan üzerinden yürütülüyor. afganistan'ın vaziyeti ezelden beri çetrefilli olduğundan (facebook'ta ilişki durumunu it's complicated yapmış. türkiye'ninki? single), üstelik bu karmaşa ve kargaşa son yıllarda tavan yaptığından morfin üretimi, haliyle de eroin eldesi sekteye uğradı. artan talebin karşılanamadığı her pazarda olduğu gibi uyuşturucu sektöründe de ibre alternatiflere kaydı ve tanrıyı oynayan birileri krokodil'i yarattı.<br />
<br />
krokodil: cehenneme gidiş biletiniz! içindekiler: iyot, çakmak gazı, endüstriyel temizlik yağı, boya inceltici, hidroklorik asit, kodein ve (nihayet) dezomorfin. anlayacağınız üzere, krokodil sokak satıcısından tedarik edebileceğiniz "ot," walter white'ın ürettiği "crystal," üçüncü sınıf diskoda elinize tutuşturulan "ex," aynı diskonun barında içkinize atılan "roş" kadar <i>saf</i> değil. haliyle opiyatlarınkilerin haricinde alengirli yan etkilerin de pençesine sürüklüyor kullanıcılarını. bunların en ciddisiyse karışıma ismini bahşeden, müptelaların bilhassa kol ve bacaklarını çürüten doku hasarı. bu öylesine ağır bir durum ki; kullanıcıların derileri siyaha dönüyor, eriyor, etleri kemiklerini açıkta bırakıncaya dek kayboluyor, kangrenler meydana geliyor, kişi zombiye dönüyor. fakat müptela öylesine güçlü ki, kişinin kendi yok oluşuna tanıklık etmek haricinde bir seçeneği kalmıyor. krokodilleşme süreci yaşamla ölüm arasında işleyen bir yürüyen merdiven gibi; ve herkesin bildiği gibi yürüyen merdivenin ortasında fikir değiştiremezsiniz.<br />
<br />
çılgınlığın boyutlarını ortaya koyması açısından; rusya'da bir milyona yakın krokodil kullanıcısı var. krokodil eroinden üç kat daha ucuz ve on kat daha tesirli; ki eroinin kendisi de epeyce müessir bir uyuşturucu. krokodil kullanmaya başlayan kişinin maksimum yaşam beklentisi üç yıl.<br />
<br />
<strike>bu blog için bile ağır olabileceği düşüncesiyle, resim eklemekten çekindim.</strike> vazgeçtim, linklerde resimler mevcut. yine de kendilerine yalnızca, midenizin kaldırabileceğine inanıyorsanız göz atın:<br />
<br />
[<a href="http://i.imgur.com/mLDdv.jpg">1</a>][<a href="http://i.imgur.com/Ux053.jpg">2</a>][<a href="http://i.imgur.com/vubPJ.jpg">3</a>][<a href="http://i.imgur.com/eXXwH.jpg">4</a>][<a href="http://i.imgur.com/snEZX.jpg">5</a>][<a href="http://i.imgur.com/CCj2f.jpg">6</a>][<a href="http://i.imgur.com/M6TgD.jpg">7</a>][<a href="http://i.imgur.com/Tjdli.jpg">8</a>]moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-79940779820540920512012-05-04T03:24:00.000+03:002012-05-04T13:51:42.880+03:00sinekleri satışa koymak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="background-color: black;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJJaHVh0ywy2jET8I_ab9hsp_njE_dY542h2WiTxeeZyh2rD3YLbqPjHu4Kr4idOFuHRsxW6KK5v8HzaV6k1aCeYzT-eYICwRZJt0ExFx4p7_j9rOnOw2lnBhQ_xMtT6N26_xycgAuwHAM/s1600/51n3k.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="314" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJJaHVh0ywy2jET8I_ab9hsp_njE_dY542h2WiTxeeZyh2rD3YLbqPjHu4Kr4idOFuHRsxW6KK5v8HzaV6k1aCeYzT-eYICwRZJt0ExFx4p7_j9rOnOw2lnBhQ_xMtT6N26_xycgAuwHAM/s400/51n3k.jpg" width="400" /></a><br /><br /><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></span></div>
<span style="line-height: 18px;"><span style="background-color: black; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b style="color: white;"><span style="font-size: large;">Yaşlı adam sinek satıyordu.</span> </b><span style="color: white;">günün en işlek saati olması gereken şu vakitte, girdiğim dükkandaki boşluğu en iyi bu şekilde tanımlayabilirdim. </span><br /><br /><span style="color: white;">içeride biraz fazla dolaşmıştım. bir şeyleri bulamıyormuşum gibi yaparken yaşlı adamı incelemekteydim aslında uzaktan uzağa: bu sinek satma işini normal bir şey olarak karşılamaktan çok, garip olduğunun farkında fakat umursamaz vaziyetteydi, aslında zihnen ölmüş sadece üzerinde yaşam sürdüğü vücuda vekalet ediyor gibiydi. vekaleti ondan birinin alacağı gün de pek uzak durmuyor gibiydi esasında. güneşin saçlarının tepesi açıkları ışıl ışıl parlattığı şu saatte rakı demlenmeye başlamanın başka bir açıklaması olamazdı.</span><br /><br /><span style="color: white;">rakıda bir fondip, bir yavaş yavaş yudum şeklinde gittiğini farkedecek kadar dükkanda oyalandım.</span><span style="color: #cc0000;"> "sarhoş olmamı bekleyip de kitapları ucuza kapatacağını sanıyorsan yanılıyorsun delikanlı"</span><span style="color: white;"> dedi. gülümsedim. gülümsememi hoş karşılamış olacak ki </span><span style="color: #cc0000;">"buyurmaz mısın"</span><span style="color: white;"> dedi. oturdum, yapacak bir şeyim yoktu, böyle bir dayıdan gelen teklif reddedilemezdi; suratındaki her bir kırışık ilginç bir öyküye aitmiş gibi geliyordu </span><span style="color: #ea9999;">-kaldı ki rakı tekliflerini pek reddedebilecek iradeye hayatımın şu gününe kadar ulaşamamıştım; çünkü rakı, içenin içindeki ilginç hikayeleri dışarı çağıran teşvik edici bir fısıltı gibiydi kulaklarda-</span><span style="color: white;">. çektim tabureyi oturdum, bir çok şeyden konuştuk: krallardan ve soytarılardan, küçük ve can sıkıcı şeylerden, onun yanında en büyük konulardan da bahsettik. konulardan bazıları çıkmaz sokaklar gibiydi, devam edip vakit harcamak yerine geri dönmeyi tercih ettik. sustuk biraz, çok sustuk, sonra toptan sustuk.</span></span></span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-86803525518932239112012-05-02T02:43:00.001+03:002012-05-03T01:20:59.273+03:00ürün siteleri & yorumlarıbu pejmürdelik için kusuruma bakmayın, ama dayanamadım.<br />
<br />
"böyle saçma ürünleri kullanacağınıza iphone alın üç yıldır iphone kullanıyorum süper" - 1/5<br />
<br />
"ben hiç kullanmadım ama şarjı çabuk bitiyo diyolar" - 1/5<br />
<br />
"kendisinden beklediğim herşeyi yaptı diyebilirim kusursuz denebilir" - 3/5<br />
<br />
"hiçbir eksiği yok, mükemmel." - 4/5<br />
<br />
"iki yıldır her şey harika gidiyordu, derken bir gün yere düşürdüm ve garanti kapsamına girmediğini söylediler." - 1/5<br />
<br />
"aslında satınalmadım ben bunu AHAHAHAH" - 1/5<br />
<br />
"götüme benziyo." - 5/5<br />
<br />
"KAÇ HAFTADIR BEKLİYORUM ADRESİME ULAŞMADI" - 5/5<br />
<br />
"lütfen bu modelden daha fazla getirin stoğu bitmiş diyo" - 1/5<br />
<br />
"bilgisayarımla uyumlu değildi" - 1/5<br />
<br />
"sivilcelerime iyi geleceği söylendi. kullanmaya başladım, ama üç hafta sonra yeni sivilcem çıktı??" - 1/5<br />
<br />
"doktorum bu markanın ürünlerini sakın kullanma dedi." - 1/5<br />
<br />
"bu gibi ürünlerde bi ton kimyasal oluyor içine ne koydukları bile belli değil arkadaşlar sağlığınıza düşkünseniz almayın kanser olmaya meraklıysanız alın derim" - 1/5<br />
<br />
"SÜTLERİN İÇİNDE ANTİBİYOTİK VAR VE BU GERÇEĞİ BİZDEN SAKLIYORLAR .BU ÜRÜNÜN İÇİNDE HİNDİSTAN CEVİZİ SÜTÜ VAR DİKKAT EDELİM" - 2/5<br />
<br />
"sitrik asit (e 330 kod adlı) ve askorbik asit (e 300 kod adlı) çok zararlı maddeler bunları soframızdan uzak tutalım" - 2/5<br />
<br />
"ALLAH MARANKİ HOCADAN RAZI OLSUN" - 5/5moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-5043200854938089232012-04-24T10:27:00.000+03:002012-04-24T13:26:57.306+03:00theodore roosevelt lisesi ve %3 mezuniyet oranı1918'de new york'ta kurulan theodore roosevelt lisesi, ülkenin en köklü eğitim kurumlarından biri olmasının yanı sıra eğitim kalitesiyle de parmak ısırttırmaktadır. uzman özel dersçi muallim kadrosu, yirmi birinci yüzyılın gerektirdiği yavşak yöneticilik anlayışı ve kantininde çıkan leziz sosisli sandviçleriyle TDL, ÖSS ya da şimdilerde ne deniyorsa işte o sınavda evvelinde defalarca yaptığı gibi bir kez daha adından söz ettirmeyi başarmış, namını yürütmüştür. okulun şüphesiz en büyük başarısı, 2005-2006 yılında yakaladığı %97'lik mezuniyetsizlik oranıdır. bu da, öğretmenlerinin öğrencileri üzerindeki beklentilerini açık bir şekilde yansıtmaktadır. zaten bu yıldan sonra da mektep kendisini toparlayamamış, bir daha eğitim-öğretim vermemek üzere zincirlemiştir. işbu karara dek bünyesinde herhangi bir düzeyde eğitim-öğretim verilip verilmediğiyse şüphelidir.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-40632145567684605362012-04-06T16:42:00.001+03:002012-04-06T16:59:29.881+03:00retrospektif"eeelüblülülüü... öyle bakarsın iştee... mal mal yürüyosuuun!" dedi kafasını servisin penceresinden çıkarıp ellerini kollarını sallayarak dikkatimi çekmeye çalışan küçük kız ve bu gün içinde aldığım en samimi iltifat oldu. "teşekkürler, o kadarını biliyorum, sen bırak onu bunu da bana derslerinden haber ver, türkçe yazılısını ne yaptın, namık hoca yine herkesi kırıp dökmüş, dökmek ne kelime, misal bana 45 vermiş, benden bahsediyoruz kızım, inanabiliyor musun? belagatim de oldukça iyidir halbuki, ama teoremde zayıfım herhal" diyecektim ki basıp gidiverdi servis. ben de, yüzümde bir gülümseme, devam ettim yoluma, ne yaparsın?<br />
<br />
öğrencilik hayatınızın son dönemi hayatınızın geri kalanında sizi yeniden ilkokul, ortaokul, lise ya da üniversite yıllarına geri dönmek konulu düşler kurmaya değip değmeyeceği konusunda ikileme düşürebilecek kadar buhranlı bir şekilde geçtiyse, siz de bu gibi bir olayla karşılaştığınızda ortalama bir insanın kapılmaktan kendini alamayacağı geçmişi yad ediş dalgalarından sıyrılıp, onun yerine tüm öğrencilik günlerinize sövüp sayıyorsunuz.<br />
<br />
şimdilik bu kadar.moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-20537765741852714692012-03-23T23:03:00.000+02:002012-03-23T23:03:20.296+02:00spagetti ağacı şakası<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://i.imgur.com/tDRwL.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="229" src="http://i.imgur.com/tDRwL.jpg" width="320" /></a></div><br />
1957'nin bir nisanında, bbc'de habercilik tarihinin belki de en büyük çaplı etkiye sahip şakası yapıldı. <i>panorama</i> programının kameramanı charles de jaeger, çocukluğunu avusturya'da geçirmişti. ilkokulda öğretmenleri, öğrencilerini kızdırmak için "spagettinin ağaçta yetiştiğini söylesem inanacaksınız, yemin ederim geri zekalısınız çocuklar!" diye isyan edermiş. kültür farkı tabi. ingiltere'de yaygın değilmiş o vakit spagetti. zengin yiyeceğiymiş, pahalıymış, yalnızca lüküs restoranlarda bulunurmuş. garipler ne bilsin.<br />
<br />
hal böyleyken, bizimkinin aklına tüm ingilizlerin zeka geriliğinden muzdarip olduğunu kanıtlamak gelir ve bu sayede, programın üç dakikalık kısmı isviçreli ırgatların tarlalarında nasıl olup da spagetti yetiştirdiklerine, bu zorlu uğraşın inceliklerine ve bu gibi ehemmiyet arz eden birçok detaya ayrılır.<br />
<br />
programı sekiz milyon kişi izler. içlerinden binlercesi bizzat kanalı arayarak konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istediklerini ifade eder. kanaldan kendilerine verilen cevap ise manidardır: "domates salçasına bir spagetti filizi ekin ve sulamaya koyulun!"<br />
<br />
hülasa, internet yokken yaşam zormuş a dostlar. ancak spagettisiz hayat, şüphesiz hepsinden beter...moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-75675908611810508022012-03-20T03:50:00.005+02:002012-05-04T03:26:22.461+03:00I am I am I am Superman and I can do anything<div>
<b>her seyi yapabilirmisim gibi geliyor, o yuzden uyuyacagim.</b> hiçbir şeyi yapamayacak olsam da, yapacağım şey değişmezdi: o zaman da uyuyacak olurdum.</div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
her koşulda ilk fırsatta yapacağım şey uyumak olacaksa, "bu her şeyi yapabilirim ben" hissiyatı sanki biraz yanılsama idi. her şeyi yapabilecekse niye uyumak istesindi ki insan; ne bileyim, uyku bir parça ölüm değil miydi esasında, eğer ki o süreç içerisinde görecek tatlı rüyalarınız yoksa?</div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
aslına bakarsan kabus görmek de, hiçbir şey görmemekten iyi miydi ne bi yerde: panikle yataktan uyandıracak, heyecanlanacak şeyler olmaktaydı işte, hatırlanacak bir şeyler vardı uykunun içine dair, "gözleri kapadın-gözleri açtın"dan ibaret değildi. her günün başlangıcında, insanlık tarihinin en önemli felsefi sorunu sayılan "bugün de kaldığın yerden devam etmeli mi etmemeli mi konusu"nda senin kararına bir etki olacaktı belki, o rüya-kabus her neyse işte.</div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
etkiler önemliydi, etkisizlikten sen de korkarsın kabul et, hepimiz korkarız bunda sorun edilecek bir şey yok; yaratılışımız kaynaklıydı hepsi, etkileşmek zorundaydık birileriyle, bir şeylerle, bazen yalnızca kendimizle. efsanedeki gibi insanlar yaratıldıkları gibi ikiye bölünüp parçalar birbirinden bağımsız rastgele dağıtılmışlardı belki. hayatımız diğer yarımızı aramakla geçecekti, onu aramaya çalışmadan hayata devam edemezdik, bulana kadar etkileşirdik yapabildiğimiz kadar. belki hiç bulamayacaktık o tamamlayacak parçayı; ama bu etkileşimler avutacaktı bizi. belki de sadece aramaktı tüm olay, bulmak değil; sonuna gelmeden bilemezdik, hepsi bu.</div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal;">
# ilk cümle için <a href="https://twitter.com/#!/dansedenayi">dansedenayi</a>'ya teşekkürler.</div>Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-8841258003042106362012-03-19T16:39:00.001+02:002012-03-19T16:50:27.409+02:00no alarm and no surprises, please<b>"siz de müzeliksiniz hocam" dedi saba tümer, sabahın köründe.</b> onunla yattığımı hatırlamıyordum... televizyon açık kalmış olmalıydı. doğruldum ve bakışlarımı karşımdaki aptal kutusuna yönelttim. gri, donuk ekranı selamladı beni. okkalı bir küfür savurdum. ne sikim oluyordu lan bu?<br />
<br />
tiz bir kahkaha dağıttı düşünce balonumu. saba tümer kahkahası.* neydin sen be kadın? ne yapmıştım da böyle bir lanete bulaşmıştım acep? buna cevap aradım bir süre. ilkokul yıllarım huzur içinde geçmişti. yalnızca bir keresinde mahalledeki sokak köpeklerine müshil vermeye çalışan dombili ali kendisine yardım etmezsem onları üzerime salacağını ağzından tükürükler saçarak dillendirmişti de, ben de naifçe itaat etmiştim... bir gün içinde tüm sokaklar kahverengiye boyanmış, belediyeden ekipler gelip bir deri-bir kemik kalmış hayvancağızlardan canını kurtarmayı başarabilenlerini toplayıp götürmüştü. bu gibi düşünceler birbirini izliyor, ben de onların girdabında sürükleniyordum. sonra satori gibi bir şey oldu, kafamda binlerce havai fişek patladı... ancak o zaman seslerin kafamın içinden değil de, mutfaktan geldiğinin ayrımını yapabildim.<br />
<br />
odadan çıktım, var gücümle mutfağa yöneldim. paniğe kapılmıştım, ancak koşturmanın bir anlamı yoktu, zaten tüm evin başıyla sonu on beş adım tutmazdı. mutfağın kapısında, daha önce hiç görmediğim, izbandut gibi bir herif karşıladı beni:<br />
- günaydın hakan bey.<br />
- günaydın, dedim. kibar bir adama benziyordu şu izbandut.<br />
- sizi uyandırmak istemedik... ev sahibi haberiniz olduğunu söyledi.<br />
- haberim mi... ne<i>y</i>den?<br />
- saba tümer'le bugün programının çekimleri, bir defalığa mahsus bu evde yapılmakta. hatırlarsanız geçen hafta içinde sekreterimiz mine hanım sizi arayıp onayınızı almıştı.<br />
<br />
mine hanım... mine? iki hafta evvel mine diye bir hatunla takılmıştım, o olmasındı bu? "şu mine hanım" dedim, "nasıl biri? kusura bakmayın, uykumu alamayınca sersemleşirim de biraz."<br />
<br />
sırıttı izbandut. beyaz dişlerini, yakışıklılığını açığa vuran, üzerinde çalışılmış bir mimikti bu. üzerine çektiği lacileri, endamını, kusursuz türkçesini tamamlıyordu. katlanamazdım böylelerinin gülümsemesine. çekemezdim benden iyi olanları... kimseyle geçinememem bu yüzdendi belki. bunlar aklımdan geçerken izbandutumuz boğazını temizledi ve anlatmaya başladı:<br />
<br />
- siz mine'nin arkadaşı değil misiniz, hakan bey? on-on beş gün önce burada arkadaş grubunuzu kahvaltıya davet etmişsiniz. hepsi de evinizin manzarasına hayran kalmış. mine de ilk kez gelmiş size. buranın harika bir set olacağından bahsetmiş. (o bunları gevelerken bense "ha, şu bizim mine!" minvalinde alnımı kırıştırıyor, gözlerimi parlatıyor, sahte gülümsememi takınıyorum) haksız da sayılmaz doğrusu! bu arada ben ferhat, mine'nin nişanlısıyım.<br />
- memnun oldum ferhat bey. doğrudur. siz anlatınca hatırladım. izninizle dışarı çıkıp bir şeyler atıştıracağım. sizlere kolay gelsin. işinizi bitirince kapıyı çeker, çıkarsınız. iyi günler.<br />
- iyi günler, efendim. çok teşekkürler. ücretiniz banka hesabınıza yatırılacak.<br />
<br />
iki dakika sonra dışarıdaydım. etrafa küfürler savurarak, sigaramı tüttürerek, yerde gördüğüm bir kola kutusunu tekmeleyerek sokağı arşınladım. soluğu köşe başındaki kahvede aldım. yarım akıllı insanlar, manasız sürprizler... tüm bunlar neden beni buluyordu?<br />
<br />
cevabını asla veremeyecektim.<br />
<br />
* <a href="http://i.imgur.com/P5zx5.jpg">http://i.imgur.com/P5zx5.jpg</a>moroffhttp://www.blogger.com/profile/06668078644036142564noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4578168837343274538.post-16201392559576851582012-03-18T23:57:00.005+02:002012-03-20T04:08:26.529+02:00"Keşifte çok geç kalmışsınız."<span style="font-weight: normal; ">-</span><b>keşifte çok geç kalmışsınız.</b><br />-anlayamadım?<br />-çok geç işte.<br />-peki.<br /><br />kafasından cümleyi çıkaramadan tüm yolu geri yürüdü, ne kadar geç kalmış olabilirdi; düşündü. geç kalmanın geçi-erkeni mi olurdu? beyninin yarısı "geç kalmışsam geç kalmışımdır" diye geçiştirmeye çabalarken, "geç kalınmamış olsa, ihtimaller yaşamı farklı varyasyonlarla ilerletmiş olur muydu?" sorusu diğer yarısında dönmekteydi. zaman, geç kalıp kalmama meselesi, geç kalmanın ölçülebilirliği ... tüm bu beyin aktivitelerine değecek kadar büyük sorular mıydı tüm bunlar?<br />tüm bu kafasında dönen düşünceler içerisinde tekel'e uğrayıp ihtiyaç molası verdiğini, iki kolon sayısal oynadığını, eve girip kendini direkt yatağa attığını, birkaç dal sigara tüttürüp bi yandan da kendisi için mitleşmiş kırmızı'yı içtiğini, açtığı listede bilmem kaç şarkı döndükten sonra fark etmişti. düşünmeye başlamaktan, farkındalığa kadar olan kısmın tümünü beynini stand-by'a almak suretiyle başarabilmişti. taa ki "john frusciante-time is nothing" rastgele gelip de; kendisini 4. boyuttan bi dürtmeyle uyandırana kadar: tüm bu zamanla ilgili düşünme çalışmaları; gereksizliğin, dünyaya herhangi bir iz bırakma ihtiyacı duymamış ilkel bir topluma ait sadece konuşulan, yazıya dökülmeyen bir dildeki karşılıklarından biriydi.<br /><br /><br /># ilk cümle için <a href="https://twitter.com/#!/tottokoro" style="font-weight: normal; ">tottokoro</a>'ya teşekkürler.Unknownnoreply@blogger.com2