25 Mart 2011 Cuma

poe kanunu

 

poe kanunu: göz kırpan bir smiley veya mizah amaçlandığını ortaya koyan başka bir işaret olmaksızın, tüm insanları alay ettiğinize inandırmanın İMKÂNSIZ oluşu (ya da ona benzer bişey)

24 Mart 2011 Perşembe

tik-tak--tik-tak--tik-tak

geçmeyen zamanlar,
uykuyla gönderilmeye çalışılan zamanlar,
sen onu kovmaya çabalarken, umursamazca duran zamanlar,
akıp gitme yetisini kaybetmiş, umarsız zamanlar...

aslında zamanın hızı biraz da belki hayatın nasıl gittiğini gösteren bize, bir şeyler iyi giderken 05:44:32'den 05:44:33'e geçişinin aslında 1 saniyeden fazla tuttuğu iddiasında bulunasın gelmez ki hiçbir zaman, hem saate baktığı mı vardır insan kafası rahatken.

oysa ki sıkkın giden bir gün öyle midir: o gün durmuş saate bakarken, bir saniyenin kendi içinde bir sürü bir sürü saniyelere bölündüğünü hisseder,hepsini tek tek sayarsın kafanda, toplamları bir saniyedir ama matematik hiç yanılmaz mı ki?

23 Mart 2011 Çarşamba

istanbul not constantinople




tiny toons'un, "İstanbul not Constantinople- They might be giants cover'ı" eşliğinde İstanbul'da geçen kısa bölümü. İstanbul tasviri konusunda biraz saçmalamış (ya da geride kalmış) oldukları su götürmez bir gerçek.

the life of david gale (2003)

bir alan parker filmi demek filmin türü ile ilgili sizi az çok bilgi sahibi edecektir zaten. alan parker abimiz bu filminde de idam cezasına karşı olan bir grup insanın hikayesinden bahsetmekte.

film gidişatıyla "bazen küçük bi hata her şeyi bok edebilir" diyen filmlerden gibi dursa da, sonuna vardığımızda bambaşka kavramlarla öne çıktığını görmekteyiz. ey izleyici, yarısında "ee bu ne ya şimdi" deme, sakin sakin izle gelişmeleri. film hakkında çok da uzun uzun yorum yapmamak gerek, tek kelime bile çok büyük spoiler olabilecek film -en azından benim için öyle oldu dertliyim-

şundan ekstra bahsetmez isek olmaz: sadece kevin spacey abimizin derbeder hâlini görmek için izlenir bu film.

25 Şubat 2011 Cuma

dürüstçe bir yazı

filmlerde, kitaplarda ve şimdi aklıma gelmeyen envai çeşit sanat ürününde neden "güzel bir gün" konsepti kuşların ötüştüğü, çiçeklerin açtığı, mutlu insanların sokağa doluştuğu sahnelerle özdeşleştirilmiştir ki?

bugün hiçbir kuşun ötüşünü duymadım, hiçbir çiçeğin açışına rastlamadım ve pek dikkat etmemiş olsam da, bu kış kıyamette sokağa çıkmaya cüret etmiş olan ender insanlardan hiçbirinin yüzünde belirgin bir gülümsemeye şahit olmadım.

yine de bugün benim için enfes bir gündü. bazen detaylar, gereksizdir.

beş yıl. beş yıldır resmi olarak sürdürdüğüm üniversite öğrenciliği hayatımda, öğrenci oluşumu en yoğun şekilde hissettiğim zamanlar; yumurtanın kapıya dayandığı ve bir yandan saniyelerin ne zamandan beri bu kadar hızlı geçtiğini merak ederken, bir yandan da notlarda yazan bilgileri beynime hangi şekilde en yüksek hızla işleyebileceğimin hesabını yapmaktan gerçekten ders çalışmaya ne vakit, ne de beyin kıvrımı bulabildiğim sınav dönemleriydi. kafein aşırı yüklenmesi ve uykusuzluk sonucu iyiden iyiye yıpranan zihnim, bir süre sonra en basit bilgileri bile bünyesine katmakta zorluk çeker, doğduğumdan beri doğru dürüst konuşabildiğim tek dilde yazılmış tüm o sözcüklerin hiçbirinin anlamını aslında bilmediğime beni inandırmayı başarır gibi olurdu. bu türden bir zorluğu önceki zamanlarda hiç, ama hiç yaşamamıştım. bu, yeni bir şeydi ve her defasında da tümünü geride bırakıp, iyi-kötü bir sınav döneminin daha sonuna geldiğimde, kendime bir daha böyle olmayacağı konusunda henüz aklımı işgal ederken bile gerçeklik payı taşımadığını bildiğim birtakım sözler vermemle son bulurdu.

işte tüm bu saçmalıkları daha fazla yaşamak zorunda olmadığımı öğrendiğim gündü bugün, bu yüzden de pek bir güzeldi. okuldan çıktığımda bir kuş gibi hafiflemiştim. daha önce milyonlarca kez kat ettiğim beyazıt-haşim işcan yolunu bir kez daha yürümeye koyuldum. önce havanın çok soğuk olduğunun farkına vardım, donuyordum. sonra kamyonun tekinden dizlerime kadar çamur yedim. bir de, küfretti galiba şoförü bana. nihayet geçide ulaştığımdaysa yaklaşık kırk dk. 76E'nin gelmesini bekledim.

olsun. hiçbir şey mükemmel olmak zorunda değil.

(harika bir gündü... harika.)

19 Şubat 2011 Cumartesi

hiç bu açıdan baktınız mı?

bugün tam da dişlerimi fırçalamadan önce bunu gördüm. şu anda kararsızım.

erkek olmanın zorlukları


şimdi azıcık yorum yapıp iğrençleşesim geldi.

aşağıda iğrençleşebilirim kısacası, uyarmadı demeyin

1. en bilindiği bu ama hele gece yarısıysa falan insan o çıkan sesten nefret ediyo ve ikinci yönteme geçiyo.
2. sonuna doğru yine de suya değdirmeme çabasını sevmişimdir hep.
3. öeeeek. bunun neden olduğunu erkekler bilir. yorum yapmak istemiyorum ama bi de unfair diyo, gayet de fair, hakkın budur, pis herif. lanet olsun.
4. çok fazla işeten (diüretik) bişeyler içince de böyle olabiliyo. çay, kahve, bira vs.
5. çok fazla alkol alınca böyle olabiliyo.
6. sırf tuvalete gitmek için tuvalete gidince oluyo bu genelde
7. bunun prostatı tetiklediğini söyleyenler de var; tam tersini iddia edenler de. ama çoğunluk zahmetli buluyo.
8. e yok artık bu kadar da şapşal olunmaz ki ama
9. olunurmuş

30 Ocak 2011 Pazar

kazık kadar olup da hâlâ öğrenemeyenlere

klasik olan yöntem "windsor" onu dipnot geçelim de bu niye anamızın babamızın bağladığı gibi olmuyo diye gelmeyin bize. ingiliz kraliyet ailesinden mi ne geliyomuş bu windsor asıl soyadları o muymuş bişimiş işte, meraklanan varsa araştırır benden bu kadar.

29 Ocak 2011 Cumartesi

children of men (2006)


clive owen'ın makam arabalı sahnesinde king crimson'dan "the court of the crimson king" girmesiyle birlikte; yaklaşık beş sene önce film vizyonda iken salonun kapısından "buna girmeyelim yıeaa" diyen arkadaşa uyup, daha sonra da izlemeyi hep erteleyip henüz izlediğim için kendime küfrettiren bir film oldu kendileri. aynı şekilde bi film daha vardı bak o da sonraya kalsın. neymiş arkadaşlara film seçtirmiyormuşuz.

görsellik konusunda filmin bir efsane olduğundan bahsetmem gerekiyor sanırım: görsellik derken efektler filan değil efendim, ışık kullanımıi kamera konumu gibi gibi. film boyunca duvar yazılarına dikkat edelimi de satır arasında vermiş olayım

clive owen'ı derailed'da olduğu gibi yine derbeder görmekteyiz fakat bu sefer derbederliğin dozajı daha fazla gibi alt resimde clive abimizin dedektöre girmeden cebinden çıkardıkları, zippo değil de clipper tercih ediyor oluşuyla gönüllerimizi fethetti zaten.

derken dikkati başka bir noktaya, sigara paketine çekmek istiyorum; çünkü filmde kahramanımızın sürekli içtiği sigara olan higham sigarası tarantino'nun "red apple"ı gibi gerçekte var olmayan dekor sigaralardanmış ilgilerinize bilgilerinize sunulur.

o kadar uzun uzun yazdım ama filmin konusundan da bahsetmemişim, neyse onu da zaten her yerden açıp okuyabilirsiniz ne gereği var şimdi benim tekrar etmemin bir de ekstra olarak bildiğim kadarıyla türkiye sınırları içerisinde herhangi bir tiyatro oyunu çıkmadı, dipnot geçmiş olayım eski sevgilileri yeni sevgililer bulmuş olan arkadaşlara =P

13th floor(1999)

ana karakterimizin -modellenmiş- dünyanın sonuna vardığı işbu sahne için severim bu filmi, her ne kadar yüzeysel kalan bir film olsa da: gerek konunun işlenişi, gerek çekimlerin "elimizdeki bütçe bu kadardı abi, para vardı da biz mi çekmedik daha iyisini" diye bas bas bağırması...

"simülasyon ve simülakra kavramları üzerinden çok iyi bir temelle çıkıp da o geliştirmelerde zayıf kalınmış bir fikre sahip gibi gibi geldi bana film" demeden de geçilmez şimdi. sonra "belki bi gün ben de dünyanın sonuna varıp aslında her şeyin bilgisayar programında yapılmış bi kaç milyonlarca-milyarlarca-trilyonlarca modelden ibaret olduğunu anlarım" düşüncesi kafamın bi yanında dönüp durur şu film izlendiğinden beri.

16 Ocak 2011 Pazar

birdy(1984) ve bir tesadüf

bu sefer izlemediğim bir film hakkında bir yazıyla karşı karşıya kalacaksınız baştan uyarıyorum.

işbu birdy adlı 1984 yapımı filmi izlenecek filmler listeme eklenmiş olup da uzun süredir izlemeye fırsat bulamadığım bir film olmakla beraber izlememiş olduğum hâlde film isteyen arkadaşlarıma çekinmeden önermekte olduğum film idi. taa ki, bu akşam karşılaşmış olduğum duruma kadar:

filmi önerdiğim arkadaşlarımdan biri şehir tiyatroları sayfasına bakarken, aynı senaryodan bir adet oyunun mevcut olduğunu görüp, tam o sırada kafasında "aa boşvernistle buna gitsek ya" düşüncesini gezindirirkene anlamsız anlamsız oyundan kareler kısmına bakmak suretiyle o vurucu noktayı yakalar: kendisinin eski sevgilisinin yeni sevgilisi tiyatrodaki oyunda rol almaktadır.

boşvernist olarak yine şanssız bir tesadüfe sebebiyet vermenin acısını yaşar iken bi anda saçma tesadüfler yaratacak ortamı hazırlamak, hazırlanmasına katkıda bulunmak benim özel bi yeteneğim mi diye de düşünmeye başlamadım değil. kırılması gereken noktalarda hep yanlış tarafa kırılmış bi hayata sahip biri olarak, çevremdekileri de etkilemeye başladığımı düşünmek hoşuma pek gitmiyor gibi:

belki artık insanlara önerilerde bulunmayı bırakmalıyım,
belki de hepsi sadece kötü şanstan ibaretti...

sonuç olarak aslına bakılırsa tesadüfler kötü olsa da iyi olsa da çoğu zaman komik gelmiştir bana diyeyim ve daha sonra "tesadüfler" konulu bir post için bunu yarım bırakıp da susayım.

10 Ocak 2011 Pazartesi

3 Ocak 2011 Pazartesi

total recall (1990)


90'ların ortalarında Show TV'nin fazlaca vermesinden ötürü tırt film sandığım işbu filmi yıllar sonra tam olarak izleyince içimde Paul Verhoeven abime bir özür isteği belirdi. benim gibi önceden tırt film sanıp da izlemeyen insanlar için uyarı olsun bu da, kendisinden sonra gelen birkaç iyi filmi(hap sahnesi: matrix, hafıza silme: eternal sunshine of the spotless mind) etkilemiş, güzel bir filmdir efendim; izleyiniz, izletiniz.

konusu ya da özeti: insanlara gerçekçi rüya deneyimleri satan bir şirkete başvuran gayet sıradan bi işte çalışan abimizin başına gelenleri anlatır. senaryonun kesinlikler üzerine oturtulduğunu söyleyemeyiz, izleyenin yorumuna kalmış bir gerçek-rüya algısı mevcuttur.

dipnot: işbu kafa bölünme resmi filmle ilgili aklımda eskiden beri en yerleşmiş sahne olduğu için konmuştur.

kafka (1991)

yer yer Kafka'nın eserlerinden yer yer Kafka ile ilgili şehir efsanelerinden beslenen bu filmin kafkaeskliğin gerektirdiklerini yerine getirdiğini söylemek izlemeye niyeti olan insanları teşvik için yeterli olacaktır sanırım: üstü kapalı bi ilerleyiş, bilinmezlikler, mutlu sona ulaşır gibi olup aslında ulaşamama...

22 Aralık 2010 Çarşamba

sigara içen yaprağın ciğer filmiymiş bu. kaç kere bırak dedik mereti dinletemedik; tıkanmış bak bütün xylem boruları.