30 Kasım 2011 Çarşamba

nuke strikes twice


eminim ki bugüne kadar tsutomu yamaguçi ismini hiç duymadınız, bu yüzden hemen şimdi yüksek sesle tekrar edin. farkındaysanız, son zamanlarda nasılsa her yazıya sıkıştırmayı başardığım iğrenç esprilerimin sonuncusunu okudunuz.

"ne diyo bu amk liselisi yaa"
 tsutomu yamaguchi, isminden de anlayacağınız üzere; çekik gözlü, ufak ayaklı, muhtemelen ufak çüklü, kısa boylu, olabildiğince kibar ve sushi'ye bayılan birisiydi; kısacası bir japondu. tüm bu özelliklerinin yanında öyle bir başka özelliği vardı ki; bu da onu dünya tarihi üzerinde yaşamış olan tüm insanlardan; senden, benden ve diğerlerinden bambaşka bir yere koyuyordu. onun gibisine rastlanmadı, uzuuuuuuun bir süre de rastlan(a)mayacak olsa iyi olur. kötü birisi olduğundan değil, açıklıycam, müsade edin azıcık.

1945 yılının yazında little boy, paul tibbets tarafından hiroşima'ya atıldığında yamaguchi de oradaydı. aslen nagasakili de olsa, üç aylık bir iş gezisi nedeniyle seyahate çıkmış olması kimseyi şaşırtmazdı, değil mi? çalışkan millet ne de olsa bu japonlar; yaz-kış dinlemeden işlerinde güçlerinde / her daim yetmiş beş karınca gücünde / belki işin sırrı o çekik gözlerinde / maybe it's maybelline / sonunu bağlayamadım, inanın değil elimde. bizimkisi 6 ağustos günü tam da memleketine dönmeyi planlıyordu; birkaç arkadaşıyla tren istasyonuna yürürken hankosunu* almayı unuttuğunu fark etti. geri döndü.

gelin bundan sonrasını, kendi ağzından dinleyelim: "hava açık ve sakindi, sıradışı hissetmenize neden olacak hiçbir şey yoktu. kendimi iyi hissediyordum. yürürken bir uçak sesi duydum; yalnızca bir tane. gökyüzüne baktım ve B-29'u gördüm. içinden iki paraşütçü atladı. onları izliyordum; derken magnezyum flaşına [resim] benzeyen büyük bir flaş patladı gökyüzünde; ve havaya uçtum."

"kocamandı lan, yeminlen."
zavallıcık bayılmıştı. bilinci yerine geldiğinde öldüğünü düşündü. bacaklarını hareket ettirebildiğine şaşırdı. çevresine bakınınca ilk fark ettiği, hepimizin zihninde hiroşima'yla özdeşleşmiş olan, şu mantar şeklindeki duman bulutu oldu. gökyüzünü esir almıştı bulut. kıpırdamıyor, ancak gitgide büyüyordu. kaçtı tsutomu. önce bir sığınağa vardı. geceyi orada geçirdikten sonra, memleketi nagasaki'ye tahliye edildi.

yaralarına rağmen, yalnızca bir gün geçirdi hastanede (yalnız adamlardaki azme bakar mısınız, sen kafana atom bombası ye, iki gün dinlenip hiçbir şey olmamış gibi devam et). ertesi gün iş başı yapmıştı bile. sabah 11 sıralarında patronuyla konuşuyordu:
- hafta sonu ne yaptın?
- ya atom bombasını izledim, ama efektler daha iyi kullanılabilirmiş bence, hem bir de havada mantar mı asılı kalır m.nakii, bi de güzelim hankomdan oldum o dalgınlıkla. sen?
- hiiç, evde oturup daifugō oynadım bizimkilerle.
- en iyisini yapmışsın patron... gibisinden diyaloglar hayal edin işte. o sıralar japonlar neler yapar, nelerden hoşlanır bilemem. siz?

tam bu sıralarda, tsutomu'ya yine bir B-29 musallat olmuştu. büyük bir patlama duyuldu... ve her şey başa döndü. bu kez yara bile almamıştı adamcağız. kalktı, ailesinin yanına koştu, ilginçtir ki onlar da kurtulmuştu. bunu sake içerek kutladılar. tamam, sonu böyle olmayabilir, ancak bir hafta süren ateş ve mide bulantısından sonra, adamımız tam olarak sağlığına kavuşmuştu bile. inanmıyorsanız, 50 yaşına dek sigara ve alkol tüketmesine rağmen (ben olsam ben de tüketirdim lan) bu dünyada tam 93 yıl boyunca nefes alıp verdiği gerçeğini de hesaba katarak bir kez daha düşünün.

bütün bunlardan ötürü tarihte çığır açmış olan bu şahsiyet, savaştan sonra ne mi yapmış? nagasaki'deki amerikan güçleri için tercümanlık. tüüüü. kalıbının adamı değilmişsin tsutomu. adam değilmişsin, adam.

"fuck bitches, get money."
üzüldüm şimdi bak.

* imza yerine kullanılan, kişiye özgü damga.

Hiç yorum yok: