10 Şubat 2012 Cuma

asfalttan fırlayan çakıl taşları

yazmak -her ne kadar o dönemlerde farkında olmasam da- toplum yönelimlerinin içselleştiremediğim ve benimseyemediğim kısımlarına karşı ruhumda filizlenen isyan tohumlarını deşmek ve bu sayede çevremle aramdaki uyumsuzlukları yumuşatmak için sıkça başvurduğum bir savunma mekanizmasıydı bir-iki yıl öncesine kadar. şimdiyse yaşama karşı duyduğu heyecan son zerresine kadar emilmiş, gözlerinin feri sönmüş her birey gibi küçük mutlulukların peşinde sürüklenirken, daha az düşünüyor ve daha az sorguluyorum; çünkü akıl sağlığımı ancak bu şekilde koruyabileceğimi, yaşadığım çevreye ancak bu şekilde adapte olabileceğimi ve bana biçilmiş rolün dışına çıktığım anda karşıma dikilmeye hazır binbir türlü beladan da ancak bu şekilde uzak durabileceğimi biliyorum. hal böyleyken yazmak, ilk bakışta ancak beyhude bir çaba olarak tezahür etse de, beynimin kendimden sakındığım kısmı ben hiç farkında değilken bile işleyerek yeni huzursuzluklar yaratmanın bir yolunu buluyor ve dönem dönem varlığını hatırlatarak beni klavyenin başına itiyor. eski gücünde olmasa da "ben hala buradayım! dünyana ne kadar uyum sağlamak istersen iste, beni asla tam olarak susturamayacaksın!" diye haykırıyor. böyle zamanlarda derin bir iç çekiyor ve perişanlık içinde de olsa, parmaklarımı klavyenin tuşları üzerinde yönlendirişini seyrediyorum.

1 yorum:

monsieur tartuffe dedi ki...

dangling man-saul bellow...