13 Aralık 2013 Cuma

eşiğe altı kala

kelimelerle barışmak? son bir-iki yılda çok az okuyup daha da az yazdım. sözcüklerin büyülü dünyasından kovulmuştum. "yazın" kendisini şifreli karakterlerin ardında gizlemiş, içimdeki seslerse algoritmayı bir daha asla kestiremeyeceğime beni inandırmıştı. sözcükleri yitirince doğal olarak iç dünyamı, beni "ben" yapanı, özümü, karakterimi, alamet-i farikamı, haliyle bir ölçüde pusulamı da yitirir olmuştum. hayatın bana dayattıklarına, beni içine sokmaya çalıştığı kalıba sessizce değil belki ama yavaş yavaş "eyvallah!" demiş, bir süre sonra direnme gücümü bile yitirmiş, tezgâhın arkasındaki herhangi bir kişi'ye evrilmeye razı gelmiştim. boynum bükük (ve bükük), gururum çoktan kırık ve onulmaz gibi dururken, hayatta yapabileceği en iyi şeyin bir sonraki günün gelmesini beklemek olduğuna inanmış insan motifine bürünmüştüm.

bu şimdiki zamandan sürekli kaçma ve gelecekte her şeyin güzel olacağına, sorunların çözüleceğine, dünya barışının geleceği, açlık ve kıtlığın biteceği, galaksilerin bir araya gelip "bütün evren buna inansa..." şeklinde şarkı söyleyeceği zırvasına inanma sendromu da bir kişinin başına gelebilecek en elim belalardan birisidir herhalde. bu sayede takvimdeki günlerin başındaki (ve ortasındaki, ve sonundaki) sayıların birkaç sembolden fazlasını ifade etmediğine kendimizi inandırır, varsa şayet tanrı veyahut bir başka üstün gücün kıçının kenarıyla güleceği "ölümsüz" olduğumuza dair sanrıya tehlike arz edecek boyutlarda kapılır, onu sıkıca sarıp sarmalayıp yüreğimizin üstüne bastırırken elimizden kayıp gidenler karşısında kayıtsız kalırız. çözümlememiz gerekenleri bir sonraki güne ertelerken dünyanın sürekli değiştiği ve yol aldığı, bizimse onun arkasından bakarak takvim yapraklarını yolmakla yetindiğimiz gerçeği karşısında üç maymunu oynarız. başka bir yolumuzun olduğuna kendimizi inandıramıyorsak bu başka bir yol bulamıyor oluşumuzdandır.

(...)

moroff, eskiz defteri, 13.06.2013 //