30 Ekim 2012 Salı

gg allin manifestosu

"gerçek rock 'n' roll'un underground'lığına inanıyorsanız, kendisi için bir şeyler yapmanızın zamanı geldi. vakit konjonktürü alaşağı etme & müzik şirketlerine, radyo istasyonlarına, yayınlara, kulüplere ve günümüz sözümona "sahne"sine katkıda bulunan herkese karşı savaş açma vaktidir. her şeyi yıkmalı ve onu kurumsal şarlatanların ve konformistlerin elinden kurtarmalıyız. fakat eyleme şimdi geçilmeli ve kan dökülmeli.

öncelikle size kim olduğumu anlatayım. ben jesus christ allin ismiyle 1956'da lancaster, new hampshire'da dünyaya geldim. incilde öğrettikleri jesus christ şarlatan taklitçinin teki- kötürümlerin destek aldığı bir koltuk değneği. siktir edin o ibneyi! asıl herif benim. ana rahminde kendimi cehennem ateşlerinden yarattım. isa, tanrı ve şeytan arasında bir fark yok, çünkü hiçbiri de benden başkası değil. rock 'n' roll'u geri almak ve elde ettiğim güçler sayesinde gerçek "kral"ın kendim olduğunu ispatlamak için buradayım.

1956'da doğduğumda, rock 'n' roll henüz start alıyordu. neden sanıyorsunuz? çünkü onu ben yarattım. elvis'i ben yarattım. hepsini ben gerçekleştirdim. doğmadan evvel bile krokisini çiziyordum. fakat yıllar geçtikçe herkes koyuverdi. bu yüzden onu geri almaya hazırım. kimse ona sahip çıkmadı. kimsenin sabrı başladığı şeyi bitirmeye yetmedi. hepsi beni yüzüstü bıraktı ya da bir nedenle ben kendilerinin canını aldım. oyunlarını bozan bendim. fakat para ve tecimsel kaygılar hepsinin davayı satmasına neden oldu. iggy bile yüzümü kara çıkardı. sex pistols yüzümü kara çıkardı. sid aşık olduğunda yüzümü kara çıkardı (bu yüzden hepsi ölü). ve şimdilerde ramones çıkıp guns n' roses gibi grupları övüyor- var oluş amaçlarına ihanet ediyorlar.

fakat yıl 1991. son kanlı çatışmanın onyılındayız. rock 'n' roll'u kitlelerin elinden almalı ve konfor yahut uyumculuğa asla razı gelmeyecek kişilere geri vermeliyiz. akabinde sahnede intihar edeceğim ve rock 'n' roll'un kanı sonsuza dek evrenin zehri haline gelecek. etrafınıza bir bakın ve neler olduğunu görün. omurgasız kayıt şirketleri para, medya ve politikacıların oyuncağına dönmüş, anaakımın kıçını yalıyor. sözümona keskin radyo istasyonları karşı çıktıkları istasyonlar kadar bayık. sansürlü yayınlar takım elbiselilerin kıçını yalıyor, bürokratlarsa başkalarının kıçını. sözümona "yeraltı" yayıncılarının bile ellerini kana bulamaktan ödleri kopuyor. dünyayı nasıl daha harika bir yer haline getirebileceğimizi çığırmakla ve örtmecelere kafa yormakla meşguller. dile kolay.

savaşma vakti. öç alma vakti. rock 'n' roll'un şu halini bertaraf etmeliyiz. ürünlerini almayarak müzik şirketlerini yıkmalıyız. boykot. eğer bir kayda sahip olmanız gerekiyorsa, çalın onu. böylece sizin paranızı alamazlar. onları beslemekten vazgeçmeliyiz. desteğiniz bana gitmeli- gg allin'e; rock 'n' roll'un komuta lideri ve teröristine. neden şu anda hapishanede olduğumu sanıyorsunuz? çünkü benim kim olduğumu biliyorlar ve varlığımdan ürküyorlar. toplumumuz benim görevimi durdurmak istiyor. beyninizi yıkamak ve sizleri mtv'nin başına kilitlemek, onun durgun ve güvenli dünyasına hapsetmek istiyorlar. rock 'n' roll'u öldürmek için kurulmuş bir plan. ben kurtarıcınızım. bu yüzden toplum için bir tehdit olarak görülüyorum.

işte yapmanız gereken:

plakçınıza gidin ve ellerindeki tüm gg allin kayıtlarını isteyin. eğer stoklarında yoksa, sipariş etmelerini söyleyin. reddederlerse, yapmanız gerekeni yapın. radyo istasyonlarını arayın ve gg allin şarkılarını isteyin. bulduğunuz her yere sprey boyalarla "GG ALLIN" yazın. hastalığın yayıldığından ve scumfuc geleneğinin sürdüğünden haberdar olmalarını sağlayın. dolar banknotlarınıza "GG ALLIN" yazın. elinizdeki tüm banknotlara. insanlar parayı çöpe atmaz, böylece mesajı bedavaya ulaştırmış oluruz. hayatınızın her gününde bunu yapmalısınız. rock 'n' roll underground'u için yaşamalıyız. yeniden karanlık ve tehlikeli bir hâl alabilir. toplumumuz için -en başından beri olması gerektiği gibi- bir tehdit unsuru olabilir. KESİNLİKLE UZLAŞMAZ OLMALI. ve benim önderliğimde, bunlar gerçekleşecek. dostlarım, sizleri gerçek rock 'n' roll underground'ına sokmaya hazırım. haydi, başlayalım."

gg allen manifestosu, gg allen, 1991

gg allin 1956'da amerika'da doğdu. zor bir çocukluk, başarısız bir okul hayatı ve kaotik bir gençlik geçirdikten sonra dönemin punk kültüründen etkilenerek piyasaya atıldı. müziğinden çok, sahnede yaptıklarıyla ön plana çıktı. bunların arasında şarkı söylerken sıçmak, dışkısını seyircilere fırlatmak, seyircilerle kavga etmek, mikrofonu götüne sokmak gibi davranışlar yer alıyordu. eroin ve alkol bağımlısıydı. kendisini "son gerçek rock 'n' roller" olarak gören allin, rock 'n' roll'un toplum için bir tehlike unsuru oluşturması ve başkaldırı niteliği taşıması gerektiğine inanmaktaydı. ömrü boyunca elliden fazla defa tutuklandı. antisosyal kişilik bozukluğu ve borderline kişilik bozukluğundan muzdaripti. defalarca sahnede intihar edeceğini geveleyip durmuş olsa da, 1993 yılının bir gecesi, konser sonrasında yanlışlıkla speedball (eroin + kokain) overdose edince geberip gitti.

11 Ekim 2012 Perşembe

kibrit


"gecenin bi yarısı, saat başına bir arabanın geçmesinin olağandışı sayıldığı bir sokakta, iki arabanın arka arkaya geçmesini beklemek gibi olacağından bahsetmemiştin" derken, suratına bakılırsa ciddi olduğunu düşünebilirdiniz. ama ben, ciddi olduğunu söyleyemezdim; olayların bu noktaya geleceğini kestiremeyecek kadar düşünme kabiliyetinden yoksun olamazdı, tanıdığım kadarıyla olmamalıydı, şarkıda da dediği gibi: beyaz tavşanı takip ediyorsanız, düşmeyi de göze alacaktınız.

tartışmak gereksizdi, burada dil dökmelerimiz bir işe yaramayacaktı. karşımda oturup sussaydı da iletişim kurabilirdik; yani, eskiden öyleydi,  ve yetenekler kolay kolay kaybolmaz diye bilirdim. belki de aslında yapmak istediğimiz bir uzlaşıya varmak değildi şu konuşmada; sanırım arzumuz her şeyi tamamıyla yakmaktı ve bunun farkında mıydık, kendi adıma bilmiyordum.

"birisinin benzini dökmesi birisinin de kibriti çakması gerekiyordu ve görev paylaşımı konusunda sıkıntı yaşıyor gibiydik" diye düşünürken, aslında söyledikleriyle, şu suratıma bakmayan uzaklara dalmış gitmiş taklidi yapan bakışlarıyla, benzini çoktan dökerekten zaten çıkacak olan yangının tohumlarını ıslatmış olduğunu farkettim. salağa yatmakla meşguldüm; haksızlık vardı burada: kibriti çakmak sanki omuzlara daha çok sorumluluk bindiren bir işti. ama bi yandan da bana kalan görevin zorluk derecesi pek yüksek değildi: öyle drama yeteneğimi filan konuşturmama, afili cümleler kurmama  gerek yoktu, ben olmam ve ben olmamın getirdiği bir hareket gayet yeterli olacaktı, zaten başkası gibi davranmak pek bana göre bi iş değildi.

"haklısın" dedim, sadece "haklısın". ve bana kalırsa onun penceresinden bakıldığında haklıydı ama şöyle bir sorun vardı: elimizdeki veriler onun penceresinden görülenlerle kısıtlı değildi; ve o, o kısıtlı alandan baktığı sürece geri kalanı göremeyecekti. görmesini sağlamaya çalışabilirdim; ama bu, şu anki sondan daha farklı bir son sunmaktan ziyade, sadece benim de haklı olduğum yönler olduğunu gösterecekti ve ben bu işle uğraşacak zerre istek barındırmıyordum, hem zaten iyi adam olarak bilinmekten sıkılmıştım, biraz da kötü olarak bilineyim n'olacaktı, taşıyamayacağım bir sorumluluk gibi gelmiyordu hiç şu an.

diyeceği bir şey olmadığını, her şeyin bittiğini bilmeme rağmen, paltomu üzerime geçirirken nezaketen de olsa, suratımda umursamaya çalışıyomuş izlenimi yaratan bi ifadeyle -ki gerçekten umursayan bi ifade takınmak isterdim, ama şu an kaybetmeyi kabullenmeyle gelen boşvermişlik aşamasındaydım, baya baya üzgündüm ama umursayamıyordum işte- "diyeceğin bir şey var mı" gibilerinden önünde durdum. ağır ağır giyinmiştim ve bu süre içinde tahmin ettiğim gibi ağzını açmayı bırak; baktığı yönde, bakışlarında en ufak bir değişme olmadı bile. ben de üzerime düşen son görevi yaptım: "hoşçakal" diyip, arkamı döndüm ve kapıya kadar belki bir ihtimal bir şey der diye yavaş adımlarla gittim. ses gelmedi tabii ki, kapıda bekleme yapmadan çıktım, zaten yeterince yavaş davranmıştım.

kapıdan çıktıktan sonra ufukta kaybolacak olan ben iken, kaybolan tek şey boşvermişliğim olmuştu,  "çıkarken düşürdüm sanırım" diyip, geri dönmeye niyetlediysem de bu kadar saçmalamama izin veremezdim. oturmamın en az garipseneceği  en yakın yere çöküp, kulaklığı kulağıma geçirip, bi sigara yaktım, şarkının sözlerine mırıldanarak eşlik ettim:

Showed her and I told her how
She struck me but I'm fucked up now

8 Ekim 2012 Pazartesi

son beyazı


"şu hâlinle hayatta kalman mucize" dedi. dalgındım.

hayatımın şu gününe kadar aradığım mucizenin hayatımın kendisi olduğunu bildirmişti sanırım demin. dalgınlığımı savuşturmaya çalışıyorken, neyi kastettiğini derinlemesine düşünmeye başlamıştım. "galiba yarım metre dibimde kaliteli xenon farların uzunlar açık vazitette görüş alanımın içinde, gözüme 90 derece hizada olması" durumunu en azından bir kez yaşamış olmam durumundan bahsediyordu, hani şu kıyısından geri dönenlerin gördüğü ortak görüntü, hep bahsettiği kutsal beyazlık.

gözüne far tutulmuş tavşan* saçmalaması sıklıkla başıma gelen bir olaydı; fakat o kutsal beyazlıkla pek de alâkalı değildi sanırım bu. ama, tahminimce benzer şeyler olmalıydılar: o kadar yol almışken ölümden dönmek de saçma değil miydi ki yani şimdi?

anlattıklarını dinlemiyordum ve bana bakmadan konuştuğundan anlattıklarını dinlemediğimin farkında değildi. yine ilkokulda yeteri kadar yeşilay haftası kutlamamış bir doktor ile karşı karşıyaydım alt tarafı, nesini dinleyeydim. hava kirliliği, yediğimiz içtiğimizin içindeki bi ton katkı maddesi, modern hayatın bize yaşattığı şu stres, yediğimiz radyasyon s*kinde değildi de taka taka iki ciğere düşman olanlara takıktı sadece. insan dediğin yalnızca ciğerlerden mi ibaretti; bunun midesi vardı, kolu vardı, bacağı vardı, beyni hatta kalbi bile vardı be.

ve şu an; anlattığı konunun içeriği bakımından beynimi bulandırmak suretiyle ona zarar verirken, eş zamanlı olarak anlatırken kullandığı üslup ile de kalbime zarar vermekteydi. tüm bunları farkında olmadan yapmaktaydı, fark etseydi yapmazdı heralde, ne bileyim o kadar yıldır birbirimizi tanıyorduk ve birbirimizi bi bu kadar daha tanımak için vaktimiz olduğunu sanmıyordum. hatta aradan geçecek olan zaman bizi birbirimize yabancılaştırabilirdi bile belki.

"öyle olur muydu lan acaba" diye bi düşündüm, aklım şimdi de buna takılmıştı. sonra bi noktada böyle bir şey için en azından ikimizden birinin  "tanıdığına pişman olunan insanlar"dan olması gerektiğine kanaat getirdim, içimden "ikimiz de onlardan değiliz ki b'olum" diyip de rahatladım, bu saatten sonra da olmazdık sanırım.

sahi beni tanıdığına pişman olan bi insan tanımış mıydım ben acaba? hiç hatırlamıyordum. belki de vardı böyle insanlar da söylemeden çoktan çıkmışlardı zaten yaşam alanımdan. insan giderken bi söylerdi yahu, bilgilendirirdi böyle böyle diye, benim de kendimi tanımama yardımcı olmuş olurlardı, insanın kendisini hiçbir zaman tam olarak tanıyamayacak olması, kendisiyle tanışamayacak olması çok acı bir şeydi neticede.

ben daldan dala atlayan maymun misali düşünceden düşünceye geçerken, o çoktan önlüğünü çıkarıp, dışarı çıkmak için hazırlanmıştı bile, anca omzumu onun dürtmesiyle gelen irkilmemden sonra farkettim. "bir şeyler içmeye gidelim mi" şeklindeki sorusuna kafamı onaylar vaziyette sallayaraktan karşılık verirken ayağa kalktım, sonra da ardına düştüm.