30 Ocak 2010 Cumartesi

tercih meselesi

29 Ocak 2010 Cuma

alakasız haberlerle devam ediyoruz

"haberleri veriyoruz" falan diye değil de, doğrudan konuya dalıyorum. çünkü bir son dakika gelişmesi. rus hackerların türklere göre daha yaratıcı oldukları bilimsel olarak kanıtlanmış. bizimkiler siteleri hackleyip ana sayfalarına "hacked by KURT_31" "turks are will fuck yours mother" "uefa must be clever" (bu sonuncusu olmadı sanki) gibi fantastik kuntastik şeyler yazarken elin igor'u, yuri'si boş durmamış ve daha iyisini yapmış.

moskova'da, medeniyetin beşiğinde, üstelik gayet işlek bir caddedeki dev bir billboard'u (6*9 m) hacklemiş bunlar. peki hack'leyip n'apmışlar? kiril alfabesinde abuk sabuk hack mesajları mı yazmışlar? hayır. reklam mı yapmışlar kendilerince? hahaha, zekice olduğunu kabul etmeliyim ama cevabım yine olumsuz, dostum... bildiğin porno oynatmışlar. trafik de hemencecik birbirine girmiş. ülkemiz gibi hacıların geçtiği yerlerden bikini reklamlarının kaldırıldığı bir yerde böyle bir şey olsa... of, ne kadar klişe bir iş yaptım, yabancı bir ülkedeki olayı anında türkiye'ye uyarlamaya çalışarak. beceremedim de üstelik.

ingiltere'de yeşil başlı edwina nene olarak da bilinen 22 yaşındaki, ülkenin en yaşlı ördeği ördekler cennetini boylamış. bu haberle alakalı olarak pek bir detay bulamadım, zaten ne bulabileceğimden de emin değildim; "arkasında gözü yaşlı yeşil başlı on üç evlat ve otuz sekiz torun bıraktı, dürüstlüğe büyük önem verirdi" gibi şeyler okumayı mı umuyordum acep? çay içmeyi ve havuzda yüzmeyi severmiş ama rahmetli, tüm öğrendiğim bu.

them crooked vultures - caligulove

müzik dünyasına fırtına gibi, katrina kasırgası gibi, el nino ya da la nina gibi, sıcak kumlardan serin sulara atlar gibi bir giriş yapmış olan enfes grup dem kruukd valçırs (ing: them crooked vultures)'ın bu dehşetengiz şarkısını evde oturmuş, art arda beşinciye dinlerken aklıma kendisiyle ilgili bi' şeyler karalamak geldi. daha öncesinde de insanların şarkıları uzun uzadıya anlatmalarının güldürürken düşündürücü olduğunu klavyem bastığınca anlatmaya çalışmıştım, o yüzden satırlarıma yine bir youtube linkiyle son verirken, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden...

ya da durun be. josh homme'un vokali bu şarkıya çok uymuş. caligula + love iyi bir kelime oyunu. melodi ecnebilerin catchy diyeceği cinsten. hani bazı şarkıları ilk kez dinlediğinizde deja vu'msu bir hisle daha önce dinlemiş olabileceğinizi düşünür, ama bunun doğru olmadığını bilip de yüzünüze sıcak bir tebessüm kondurursunuz, hani bir yağmur yağar ya bazen... işte öyle bir şey.

yüzyıllar sonrasından gelen edit: deja intendu o.

16 Ocak 2010 Cumartesi

R.E.M.-Camera


eskiz defterimden, derste canım sıkılmış yanımda fazla kalem yokken yapmıştım. o sıralar çok dinlediğim bir şarkıydı R.E.M.-Camera. kenarda da "If I'm to be your camera, then who will be your face?" yazar, şarkıdan.

14 Ocak 2010 Perşembe

anlamsız karalamalar

(not: bu yazının hepsi hayal ürünü. neden yazdığımdan emin değilim. bol miktarda küfür içeriyordu, ama sansürledim. bu kadar.)

Okula vardığım gibi heyecanla notların asıldığı panoya doğru koşturdum. Tam on dersten sınava girmiştim ve hepsi de açıklanmıştı. Dokuzundan kaldığımı öğrenmem uzun sürmedi. Aslında hiçbirinden geçmeyi beklemiyordum. Her birine bir gece öncesinde öylesine bir bakmıştım, hepsi bu. Ama bir dersin hocası yeterli olduğumu düşünmüştü. Yeterince iyi olmalıydım. Ben, Metin Pars, yeterince iyiydim. Yeterli olmak; ne de harika bir histi bu! Şüphesiz hayatımı da yeterince iyi yaşıyordum. Öyle düşünüyor olmalıydı. Gıptayla anıyor olmalıydı ismimi. Ona kötü bir şey yapmamıştım. Tek bir disiplin suçum yoktu. Derslerine gitmiyordum. Harika öğrenciydim. Kuşkum yoktu bundan.

Okuldan çıkıp sürekli gittiğimiz kahvenin yolunu tuttum. HAYAT ÇAY BAHÇESİ. Sahil şeridinde, küçük bir mekan. Neden çay bahçesiydi, anlamıyordum bunu. Emekli yaşlı amcalar, okulunu asan liseliler ve bizim tayfadan başka kimse bulunmazdı içeride. Çay bahçeleri her türden insan içindi. Küçük çocuklarıyla gelirdi aileler oraya. Sürekli sigara tüttürüp yelpazesini sallayan kadınlar olurdu. Buradaysa sadece biz vardık.

İki tarafından paslanmış demirlerle zemine tutturulmuş plastik tabelanın altından geçtim. Hemen arkasındaki tahta kapıdan içeri girdim. Sağ dipteki masada Sait, Ozan, Tayfun ve Erdal batak oynuyordu. Belli belirsiz bir selam verip yanlarına oturdum. Ses çıkarmadan devam ettiler oyunlarına. Ağızlarında birer sigara. Tayfun içmezdi bi tek. Bi tane de ben yaktım. Samsun.

- Koz neydi lan?
- Maça.
- S****** böyle eli ama.
- Oyna işte a**** k****.
- Dersleri n'aptınız lan?
- ...
- ...
- Ya sokucam dersine şimdi.
- Benim altı tane kaldı.
- Benim yedi.
- M*** k****** karısı dökmüş herkesi.
- Hangisi lan?
- Termodinamikçi var ya lan.
- Haa. Ben geçmişim oğlum ondan.
- Cidden mi?
- Hee. Kılpayı. DC'yle.
- S***** et, geçmişsin ya.
- Tabi lan.

İki çay içtim. Sonra kalktım.

- Soktuğumun yancısı seni!
- Görüşelim lan Çarşamba günü.
- Biz hep burdayız olm, gel.
- Tamam, bi uğrarım.

Uğrayacaktım tabi. Arkadaşım yoktu başka. Canım sıkılıyordu tek başıma gezmekten. Tek başıma yürümekten. Tek başıma yaşamaktan. Kafama takmazdım yine de pek. Bir büfeden Fanatik'le bir paket Samsun aldım. Sahilde bir banka oturdum. Bir sigara yakıp okumaya başladım.

İddaa tahminlerine bakıyordum. Yanım boştu. Yaşlı bir adam oturdu önce: "Evladım, saatin kaç?" "On biri beş geçiyo, amca." "Sağolasın." Konuşurken kelimeleri heceliyordu ve tek tük kalmış sarı dişlerini görmüştüm. Bir poğaçayı on dakikada yedi ve gitti. Muhtemelen o poğaçayı yiyebilecek zamanının olduğunu öğrenmişti benden. Yeni bir sigara yaktım.

Rüzgar tam suratıma doğru esiyordu, soğuk, ama ne soğuk! Tepede güneş vardı ama neden orada bulunduğunu kendisi de bilmiyordu. Paltomu yanıma almamıştım, televizyonda "hava sıcak olacak" denmişti. Hep böyle mi olurdu bu? Kalın giyinseydim havanın ısınacağından emindim. Herkes gibiydim ben de.

Kalktım ve kahveye geri döndüm. Bizimkiler gitmişti. Sokağa çıktım. Başımı öne eğip yerde duran bir kola kutusunu tekmeleyerek yürümeye başladım. Kutunun rengi solmuştu. Üstüne basılmıştı. Son tekmemi savurdum. Bir çöp konteynerine çarptı. Fazlaca ses çıkardı. İçim ürperdi. Karşıdan gelen sarmaş dolaş bir çiftin şaşkın ve ayıplayıcı bakışları arasında adımlarımı sıklaştırdım. Suçlu psikolojisiyle yürümeye devam ettim. Üşüyordum. Soğuk çişimi getirmişti. Niye buradaydım? Ne yapıyordum? Kendime sinirlendim.

Karşıma çıkan ilk minibüse atladım. Parayı uzattım. Ayakta kalmıştım. Yoktu oturacak yer. En arkada üç tane adam yan yana oturmuş, konuşuyordu. Sağlarındaysa başka bir tanesi uyuyordu. Önlerinde iki kadın, çocuklarını çekiştiriyorlar; ellerinde pazar poşetleri. Onların da önünde güzel bir kız var; bakışlarını yerden kaldırmayan. Yanında orta yaşlarda bir adam gazete okuyor. En öndeyse iki tane lise öğrencisi. Sonra da şoför ve muavin. Motorun sesi, korna sesi, şoförün sesi, radyodaki Müslüm Gürses'in sesi, konuşmalar, kahkahalar... Bir süre sonra eve vardık. İndim. Annem bahçede, çamaşır seriyordu. Beni görünce yanıma koştu hemen.

- Yavrum hoşgeldin... Nasılsın?
- İyii; anne... Sınav sonuçlarına baktım... Bi tane dersten kalmışım.
- Boşver evladım, sağlık olsun. Çalışır yaparsın sen.
- Anne... Telafisi haftaya Cuma günü... Ben yine Ozanlarda kalayım mı yarından itibaren? Daha iyi çalışıyoruz orda. Çok zor dersler.
- Kal oğlum, nasıl istiyorsan... Var mı ki evlerinde yer?
- Var anne, var, büyük evleri. Yeterince büyük...
- Sen bilirsin evladım...

Yüzüme bir sırıtış yerleşti. Bol bol batak, sigara, bira ve muhabbet dolu günler beni bekliyordu.

İşte bunu seviyordum.

8 Ocak 2010 Cuma

tanım

08.01.2009 ~ profilaktik şok: sitelere girip profil oluşturma hastalığı. ahahah, ben buna gülüyorum.. (speyşıl tenks tu monsieur tartuffe)

7 Ocak 2010 Perşembe

H.R. Giger

gücün karanlık tarafında yer alan Giger abimiz hale yaşamakta olan önemli bir sanat insanıdır.kendisinin, sevmeseniz de, çok kendine has olmasından ötürü, hayran kalabileceğiniz bir tarzı mevcuttur. en meşhur işi alien filmindeki yaratıktır-muhtemelen burayı okuyup da alien'ı bilmeyeniniz çıkmayacaktır-. eserlerinde "cinsellik, mekaniklik, korkutuculuk ürkütücülük" gibi unsurlar dikkat çeker.kendisi hakkında biraz daha birşeyler öğrenmek isterseniz şöyle de eskilerden kalma şöyle bir adet internet sitesi mevcuttur derken, yazının altındaki resmin de, boy boy heykelleri yapılmış, pano halinde 3 boyutlu çalışılmış çeşit çeşit versiyonları bulunan "birthmachine" adlı eser olduğunu belirterek susuyorum.

no country for old men (2007)



-bu filmin tüm olayı da tommy lee jones amcamızın filmin sonunda attığı, yukarıda gördüğünüz "insanları hiç anlamıyorum bakışı"dır (filmi izlerken bu kadar ağlak gelmemişti.şimdi çok ağlak kaçtı ama böyle değil aslında bu bakış).

5 Ocak 2010 Salı

wheat - don't I hold you

Bir şarkı hakkında ne yazılabilir, bunu düşünüyorum şimdi. Sözlükte şarkı başlıklarına yazılan entrylere bakıyorum örneğin, bazen o kadar uzatıyorlar ki, o entry'yi okuyacağınıza şarkıyı dinlersiniz ve yine de dakikalarca zamanınız cebinizde kalır. Beterin beteri, o sözde "tanım"larda da şarkı adına hiçbir şeyden bahsedilmez. Sadece kişide uyandırdığı duygular birkaç dandik niteleme sıfatıyla süslenerek servise sunulur. "Harika şarkı, inanılmaz şarkı, aşmış şarkı, dinledikçe çılgın atıyorum, bunu dinlerken bir anda kolbastı oynamaya başladım, on yıllık kedime sarılıp ağlıyorum" bilmemne. Bana ne be, bana ne!

Indie ve/veya alternatif rock seviyorsanız bu şarkıyı da sevmeniz lazım. ARKADAŞLARINIZI DAVET EDİN!!1!1!!!1111111!!!! (ne alaka ya di mi, ben de tam olarak emin değilim, bir anda geldi öyle)

(2:07'de wasting too much time dedikten sonra bir gitar melodisi başlıyor ki... çok iyi ya, harika, inanılmaz, aşmış)

Çok da fena bir klibe sahipmiş, biseksüel klibi, aman da aman, kimler gelmiş; burada işte bakın

bir sicilyalının dramı & gerçek atraksiyon memurları

Sicilya'da bir adam varmış; canı sıkılan. Peki neye sıkılıyormuş canı? Yılbaşını karısı ve çocuklarıyla geçirecek oluşuna. Öyle sıkılmış, öyle sıkılmış ki bir karakola gitmiş. Sicilyalı adam. Elin herifi. Yabancı memleket. Yol bilmez, yordam bilmez. Neyse gitmiş bu. Sen git geceyi hapiste geçirmek istediğini söyle. Ret cevabı al doğal olarak. Çık git, bir markete dal, sakız, şeker, ne bulursan çal, karakola geri dön. Aynen böyle yapmış. Sonra n'olduysa salmışlar adamı. Manyak mısın kardeşim, kafa mı buluyorsun demişler. Aynen böyle demişler ama. Adamın suratını göreceksin... Cevâb verememiş. APIŞIB KALMIŞ.. oh evet

Atraksiyon memurları Rusya'da! Evet, "Hüseyin'i yedik" gerçek olmuş. Zavallı Hüseyin 25 yaşındaymış. Atraksiyon memurları dediğime bakmayın. Krizden sonra evsiz kalmış bunlar. Üç tane evsiz. Hüseyin'in kafasına balyozla vurmuşlar. Sonra da bıçaklamışlar. Derisini yüzmüşler. Etin bir kısmını yemiş, diğer bir kısmını da hayır kurumlarına bağışlamışlar yakınlardaki bir fast-food standına satmışlar. İşin bu son kısmını ben de çözemedim pek. İnsan etinin tadını merak ediyor muyum? Evet. Yer miyim? Pek sanmıyorum.. hayır.

bebek köpeği ısırırsa

haber olur.

yazıyooor.. yazıyoor

a scanner darkly (2006)

-"takipçilerin kostüm tasarımını en kolay bu yöntemle sinemaya aktarılabiliriz" diye düşünüp -ucuza kaçaraktan- animasyonlaştırdıkları bir film sanırsam kendileri.

çet log

ecg (00:01):
*the crown of leavingi dinletti bana itunes
*ne güzel geldi yıllar sonra

******* has gone offline

(benböyleişin)

4 Ocak 2010 Pazartesi

the horribly slow murderer with the extremely inefficient weapon (2008)


çin'deki yüce bilge ginosaji'den daha psikopat bir görünüme sahip olsa da bu, ginosaji'nin sinema tarihindenin en psikopat seri katili olduğu gerçeğini değiştirmiyo', değiştirmiyo'.


:dünyanınenyüzeyseladamı:
(film budur abi yæææ)
:dünyanınenyüzeyseladamı:


link meyve suyu: http://www.youtube.com/watch?v=9VDvgL58h_Y

john q (2002)


-tamamıyla, filmin sadece ilk iki-üç dakikasında ve de sonunda bir anlık görülen,cast'inde "beautiful woman" olarak yazılmış, "gabriela oltean"dan ibaret klişe bir filmdir.

memento(2000)


senaryodaki en sevdiğim yan: natalie'nin intikamını karmaya -bence- uygun bir şekilde, ama farkında olmadan almış olmasıydı.

yedinci sanat

yeni yılla birlikte "'kontrakal strikes back' olacak ulan" mottomuzdan hareketle ne gibi eklemeler yapabiliriz diye düşünürken bu formatı buldum. format şudur ki: sinema filmlerine birkaç cümlelik yorumlardan oluşan postları bu tagle yayınlayacağız. çok uzatmayacağız çünkü komplike incelemelere girersek ciddiyetsizliğimizi kaybedeceğimize inanıyoruz(en azından ben öyle inanıyorum).

scriptura superficialis

Them Crooked Vultures dinlediniz mi? Peki ya Velvet Revolver? Audioslave? Chickenfoot? Liquid Tension Experiment? Tamam da bu renkler ne alaka diye soracak olursanız, ben de bilmiyorum. Kafama göre takıldım işte.

Supergroup diyorlar bunlara. Süper müzik yaptıklarından değil, elemanları önceden başka gruplarda ünlendiğinden. Neyse efendim, son yıllarda bu furya arttı gibi gelmeye başladı. Anladığım kadarıyla iyi ekmek var. Yeni grup, yeni şarkılar, yeni albümler, yeni t-shirtler, başka diğer ürünler. iyi para yapıyor olsa gerek. Ama işin kötü yanı, bunlar da pek uzun ömürlü olmuyor. Bir-iki albüm yapıp işin kaymağını yedikten sonra ufalanıp başka süperliklere yelken açıyorlar.

Tek tek grup tanıtmaya çalışmakla uğraşmayacağım. Tek üzüntüm artık eski Hard 'n' Heavy soundunu ve ruhunu yansıtan tek grupların bu züppergruplar olması. Müzik şirketleri sadece ünlü adamlara bu şansı tanıyormuş gibi geliyor bana. Bu da böyle bir üzüntüm işte.

"Tek tek tanıtmiicam" demiştim de yazmadan edemedim; son züppe grup Them Crooked Vultures 2009'un sonunda aynı adlı ilk albümünü (albümün adı "aynı" değil esprisinden nefret etsem de buraya iliştireyim dedim, aslında bu ve bunun gibi esprilerden nefret ederim, mesela "seneye görüşürüz" esprisi, laf esprileri yani, iğrenirim onlardan ve bunu hala okuyorsan ömrünün bilmemkaç saniyesini gereksiz bir amaç uğruna çarçur ettiğinin de farkındasındır umarım - farkındalık iyidir) çıkardı ve ben de hemencecik dinledim tabi. Zaten bana bu yazıyı yazdıran da o albüm oldu. Fazlasıyla deneysel olmuş. "Deneysel müzik ne ki?" diye soracak olursanız ben de pek emin değilim. "Daha önce pek denenmemiş tarzda yapılan müzik" diye atıp tutarım. Yani bu adamların bilimsel deney yaptıkları yok. "Hocu du' bakalım bu riff'le bu davul ritmi uyuyo' mu? Böyle yapınca karbondioksit mi açığa çıkacak? Osursam dinlenir mi?" diye düşünmüyorlar. Bir şey kanıtlamaya çalışmıyorlar. Adamlar zaten kendilerini kanıtlamış diyorum yaa! Boşuna mı süpergrup diyoruz? Ohooo.