portre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
portre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2011 Perşembe

todesengel de ağlamış mıydı hiç?


 josef mengele'yi biliyoruz, josef mengele'yi tanıyoruz. dünya tarihinin en sıradışı figürlerinden birisi olan bu adam, aynı zamanda dünya tarihinin en insanlık dışı deneylerini gerçekleştirmişti. bilmeyenler için; holokostun en yetkili olmasa da, en bilindik doktoruydu o. bu ruh hastası çok ilgimi çektiğinden, kendisine ilişkin oradan buradan derlediğim bilgilerle, genel bir portresini çizmek istedim.
  • mengele doktorasını münih üniversitesi'nde yaptıktan sonra, pek şanlı doktor otmar freiherr von verschuer'in* yanında asistanlık yapmaya başlamış. peki hangi bölümde? "kalıtsal biyoloji ve ırksal hijyen.**" nazi almanyasında ırkçılığın bilim dallarına etkisi takdire şayan.
  • auschwitz'e kendi isteğiyle katıldı. hem nazizmi desteklediğinden, hem de toplama kampı hayalindeki deneyleri gerçekleştirebilmesi için biçilmiş kaftan olduğundan yaptı bunu.
  • todesengel, yani "ölüm meleği;" kendisine durup dururken uygun görülmüş bir lakap değil. bu sıfat, denek olarak kullandığı çocukların afedersiniz ebesini sikmeden önce, onlara son derece nazikçe davranması, güler yüz göstermesi, onları şekerlerle beslemesi ve bunlara benzer birtakım hareketlerde bulunması nedeniyle uygun bulunmuş, ki cuk oturmuş. "çocuklar ölsün, ama öncesinde şeker yiyebilsinler" mottosu gütmüş bir şahsiyet.
  • tıpkı verschuer gibi o da ikizler burcuydu üzerinde "çalışmaktan" bambaşka bir haz duyuyordu; bir defasında bir çift tek yumurta ikizini alıp birbirine dikerek yapay siyam ikizleri üretmeye çalıştı. çocukcağızların ellerinin dikiş yerleri fena biçimde iltihaplandı ve nihayetinde kangren oldular.
  • yine tek yumurta ikizleri üzerinde yapmaya bayıldığı bir başka deneyde, birinden aldığı kanı öbürüne naklederek üzerlerindeki değişiklikleri gözlemeye çalışıyordu. ancak elinin ayarı bozuk olduğundan her seferinde kan aldığı bebeği kan kaybından öldürmeyi başarıyordu şapşal.
  • ikizler üzerinde yaptığı deneylerde bir deneği kaybederse, ötekisine gaz odası yolları gözüküyordu. ne de olsa ihtiyaç duyulmuyordu kendisine artık.
  • kendi dünyasının tanrısıydı; kampa yeni katılanların kaderlerini bir bakışıyla tayin ediyor, huzursuzluk çıkaranları ölüm kuyruğunda başlara yerleştiriyordu. yüksek sesle ağlayan bebekleri diri diri yaktığı bile oluyordu. öte yandan rastgele olduğu tahmin edilen bir seçimle, bazılarının da yaşamasına izin veriyordu. auschwitz tutsağı alex dekel'in ağzından: "mengele'nin ciddi bir iş yaptığına inandığını asla kabullenemedim. o yalnızca gücünü kullanıyordu. bir kasap dükkanı işletiyordu – ciddi operasyonları anestezisiz gerçekleştiriyordu. bir defasında bir mide operasyonuna tanıklık ettim – mengele mideden parçalar kesiyordu, ancak anestezik kullanmadan. başka bir gün, bir kalbi yerinden söküyordu – yine anestezisiz. korkunçtu. mengele, kendisine verilen güç nedeniyle çılgına dönen bir doktordu. kimse onu öldürdükleri için sorgulamazdı. ölülerin sayısı tutulmadı. (...)"
  • ikizler haricindeki belki de en büyük tutkusu, fiziksel anomalileri incelemekti. özellikle o sıralarda avrupa'yı dolaşıp çeşitli gösteriler yapmakta olan ovitz ailesi'nin [resim] üzerinde yaptığı incelemeler bahse değer. ovitzgillerden elizabeth'i alıntılayacak olursak: "en korkunçları, jinekolojik deneylerdi. bizi masaya bağladılar ve işkence başladı. uterusumuza enjeksiyonlar yaptılar, kan aldılar, içimizi kazıdılar, delik deşik ettiler ve örnekler aldılar. çektiğimiz acıyı kelimelere dökmek mümkün değil, üstelik deney bittikten günler sonra bile süregelen bir acıydı bu." enteresan ama, mihver devletlerinin savaşı kaybetmesinin ardından ovitzler kurtuldu. tam yedi ay boyunca cehennemi gördüler.
  • sayısız deneylerinden birisi, insanların göz renklerini değiştirmek üzerineydi. bunun için seçtiği belli başlı kimyasal maddeyi deneklerinin gözlerine damlatıyor; tüm bunlar deneğin kör kalmasıyla sonuçlanıyordu.
  • yaptığı cinsiyet değiştirme operasyonlarının kesik cinsel organlar ve cansız bedenlerle sonuçlanması kimseyi şaşırtmamıştır, eminim.
  • savaş sona erince, odessa aracılığıyla ülkeyi terk ederek çoğu nazi savaş suçlusunun yaptığı gibi güney amerika'ya kaçtı. uruguay'da evlendi. almanya'dan gelen yardımlar sayesinde rahat bir yaşam sürdü. mossad tarafından yeri tespit edildi, ancak planlanan operasyondan birkaç gün önce josé mengele adıyla paraguay'a kaçtı. 1979'da brezilya'da bir kumsalda ölü bulunduğunda 67 yaşındaydı. atlantik okyanusu'nda yüzerken boğulmuştu. sonradan yapılan açıklamalarda, mossad'ın kendisiyle pek ilgilenmediği ileri sürüldü.
  • her ne kadar elde ettiği verilerin çoğu imha edilmiş olsa da, canlı insanlar üzerinde dilediği gibi at koşturma fırsatı bulmuş birinin bilim dünyasına katkıda bulunmaması da imkansız olurdu. örneğin uzay seyahatlerinin ilk kez denendiği yıllarda, insan vücudunun çeşitli koşullar karşısındaki (sıcaklık, basınç vs.) limitleri hakkında kendisinin verilerinden yararlanıldı. hipotermi (vücut sıcaklığının düşmesi, kabaca ateş düşmesi) üzerinde yaptığı çalışmalardan da patolojide faydalanıldı. yine ikizler üzerinde yaptığı çalışmalar da, ismi üzerinde durulmadan bilimsel literatüre geçmiştir. 
  • ne kamptaki, ne de sonrasındaki yaşamı boyunca pişmanlık belirtisi göstermedi. tüm yaptıklarının bilim adına olduğuna yürekten inanmıştı. auschwitz sonrası yaşamayı seçtiği sakin hayat da bunun göstergesi gibi. sıradan bir insanın ne hale gelebileceğini görebilmek için, milgram deneyi
  • ne göz atmanızı tavsiye ederim.

30 Kasım 2011 Çarşamba

nuke strikes twice


eminim ki bugüne kadar tsutomu yamaguçi ismini hiç duymadınız, bu yüzden hemen şimdi yüksek sesle tekrar edin. farkındaysanız, son zamanlarda nasılsa her yazıya sıkıştırmayı başardığım iğrenç esprilerimin sonuncusunu okudunuz.

"ne diyo bu amk liselisi yaa"
 tsutomu yamaguchi, isminden de anlayacağınız üzere; çekik gözlü, ufak ayaklı, muhtemelen ufak çüklü, kısa boylu, olabildiğince kibar ve sushi'ye bayılan birisiydi; kısacası bir japondu. tüm bu özelliklerinin yanında öyle bir başka özelliği vardı ki; bu da onu dünya tarihi üzerinde yaşamış olan tüm insanlardan; senden, benden ve diğerlerinden bambaşka bir yere koyuyordu. onun gibisine rastlanmadı, uzuuuuuuun bir süre de rastlan(a)mayacak olsa iyi olur. kötü birisi olduğundan değil, açıklıycam, müsade edin azıcık.

1945 yılının yazında little boy, paul tibbets tarafından hiroşima'ya atıldığında yamaguchi de oradaydı. aslen nagasakili de olsa, üç aylık bir iş gezisi nedeniyle seyahate çıkmış olması kimseyi şaşırtmazdı, değil mi? çalışkan millet ne de olsa bu japonlar; yaz-kış dinlemeden işlerinde güçlerinde / her daim yetmiş beş karınca gücünde / belki işin sırrı o çekik gözlerinde / maybe it's maybelline / sonunu bağlayamadım, inanın değil elimde. bizimkisi 6 ağustos günü tam da memleketine dönmeyi planlıyordu; birkaç arkadaşıyla tren istasyonuna yürürken hankosunu* almayı unuttuğunu fark etti. geri döndü.

gelin bundan sonrasını, kendi ağzından dinleyelim: "hava açık ve sakindi, sıradışı hissetmenize neden olacak hiçbir şey yoktu. kendimi iyi hissediyordum. yürürken bir uçak sesi duydum; yalnızca bir tane. gökyüzüne baktım ve B-29'u gördüm. içinden iki paraşütçü atladı. onları izliyordum; derken magnezyum flaşına [resim] benzeyen büyük bir flaş patladı gökyüzünde; ve havaya uçtum."

"kocamandı lan, yeminlen."
zavallıcık bayılmıştı. bilinci yerine geldiğinde öldüğünü düşündü. bacaklarını hareket ettirebildiğine şaşırdı. çevresine bakınınca ilk fark ettiği, hepimizin zihninde hiroşima'yla özdeşleşmiş olan, şu mantar şeklindeki duman bulutu oldu. gökyüzünü esir almıştı bulut. kıpırdamıyor, ancak gitgide büyüyordu. kaçtı tsutomu. önce bir sığınağa vardı. geceyi orada geçirdikten sonra, memleketi nagasaki'ye tahliye edildi.

yaralarına rağmen, yalnızca bir gün geçirdi hastanede (yalnız adamlardaki azme bakar mısınız, sen kafana atom bombası ye, iki gün dinlenip hiçbir şey olmamış gibi devam et). ertesi gün iş başı yapmıştı bile. sabah 11 sıralarında patronuyla konuşuyordu:
- hafta sonu ne yaptın?
- ya atom bombasını izledim, ama efektler daha iyi kullanılabilirmiş bence, hem bir de havada mantar mı asılı kalır m.nakii, bi de güzelim hankomdan oldum o dalgınlıkla. sen?
- hiiç, evde oturup daifugō oynadım bizimkilerle.
- en iyisini yapmışsın patron... gibisinden diyaloglar hayal edin işte. o sıralar japonlar neler yapar, nelerden hoşlanır bilemem. siz?

tam bu sıralarda, tsutomu'ya yine bir B-29 musallat olmuştu. büyük bir patlama duyuldu... ve her şey başa döndü. bu kez yara bile almamıştı adamcağız. kalktı, ailesinin yanına koştu, ilginçtir ki onlar da kurtulmuştu. bunu sake içerek kutladılar. tamam, sonu böyle olmayabilir, ancak bir hafta süren ateş ve mide bulantısından sonra, adamımız tam olarak sağlığına kavuşmuştu bile. inanmıyorsanız, 50 yaşına dek sigara ve alkol tüketmesine rağmen (ben olsam ben de tüketirdim lan) bu dünyada tam 93 yıl boyunca nefes alıp verdiği gerçeğini de hesaba katarak bir kez daha düşünün.

bütün bunlardan ötürü tarihte çığır açmış olan bu şahsiyet, savaştan sonra ne mi yapmış? nagasaki'deki amerikan güçleri için tercümanlık. tüüüü. kalıbının adamı değilmişsin tsutomu. adam değilmişsin, adam.

"fuck bitches, get money."
üzüldüm şimdi bak.

* imza yerine kullanılan, kişiye özgü damga.