29 Ekim 2008 Çarşamba

oyuncak kedi

evet, işte burdayız! zaten hiçbi' yere kaybolmadık... (zamanında başlangıcını bile doğru dürüst yapamadığımız bu blog'a neden geri dönmüş bir efsane havası vermeye çalıştığımı bilmiyorum ve galiba bu kurabileceğim en uzun cümleydi)

bu aralar beyazıt'ta sürekli oyuncak kedilerle karşılaşıyorum. miyavlamaları gerçek kedilerinkinden daha gerçekçi. birkaç aylık kedi büyüklüğündeler, yürüyüşleriyse felçli kedileri andırıyor. hiç felçli kedi görmedim.

özellikle sabahın köründe okula giderken bunların seslerini duymak hiç çekilmiyor. uykusuzluk, stres ve bu gibi şeylerin yanında miyavlamalar iyi gitmiyor. peki her sabah "aa? bir sürü kedi? ama nerdeler ki?" diye şaşkın şaşkın etrafıma bakıp da her sabah aynı manzarayla karşılaşmama ve sinir olmama ne demeli?

bir öğle vakti gittim, fiyatını sordum, "beş yetele" dedi adam, yüzündeki ifadeden içinden şunları geçirdiği sonucunu çıkardım: (fena değildir empati yeteneğim)

"siktireeet almaz bu. şuna bak beş diyince tipi değişti resmen. hepinizin mına koyayım. süper kedi lan işte, neyini beğenmiyosunuz mına koyayım? almıycaksan siktir git, kapama dükkanın önünü. dükkan nerden çıktı amına koyayım* ya..." ve benzeri düşünceler içindeydi, evet. kirli sakalı vardı, hayattan bezmiş izlenimi veriyordu.

"bunu alırım onun yerine, hem de bedavaya" dedim arkadaşıma, yanından geçtiğimiz çöp konteynırının içinden fırlayan bir sokak kedisini göstererek.

güneşli bir gündü ve filozof değildik hiçbirimiz ve canımı sıkan da tam olarak buydu

30 Eylül 2008 Salı

2002? 2100?


2 akşam önce saat 9 suları kurstan çıkıp eve süzülürkene bir büfenin üstünde yer alan yanlış ayarlanmış saat ruh halimin içine etti sanırsam.hatırlıyorum saat 9 falandı aslında 21:02 gibi bişidi hatta benim 7 dakika ileri olan saatime göre mi yoksa gerçek zamana göre mi?o kısmından pek emin değilim ama ey sevgili okuyucu(moroff ile benden başkası varsa tabii).büfenin üstündeki dijital saatte 2002 yazmaktaydı yüksek ihtimalle bi saat kadar geri idi(yüksek ihtimal falan deil gerçekten öyleydi aslında ertesi gün bi daha bakmıştım 1824 idi doğru zaman 7 yi geçmişkene)
o an 2002'yi görünce birden fışınk diye 2002 yılında olsak nasıl olur ya da ne güzel olur dedim kendi kendime gayet manyakça,sonra zaten 2002deyiz be olm diye düşünmeye başladım aa evet 2002 deyiz.bi yandan kulaklığımdan gelen sesin yanında olmasını istediği,eksikliğini derinden hissettiği sarhoşluk duygusu...
onun ertesi akşam ya da bi akşam öncesi günümüz zamanından yine bi yanlış ayarlanmış dijital toplum saati(yeni bi endüstriyel ürün kavramı,tanımını ben yapmış oldum heyt be) yine ben...
bu sefer kahraman saatimiz yarım saat kadar geri düz hesap 2100 göstermekte,yine abuk subuk düşüncelerdeyim.lan olm 2100e kadar yaşasam ne farkeder ki mutlu olmam ulan 2100den 100yaşını devirmiş böle kart keh keh peh peh diye konuşan bi dedeye dönüşmüşüm ama teknoloji olmuş her bi taraf böle herşeyi fazla ileri ben yaşlanmışım geride kalmışım tek fazlalık benmişim gibi geldi

16 Temmuz 2008 Çarşamba

başlangıcımsı yazısı

sayın blogseverler, bu blog'u okuyanlar, okumayanlar... sevgili insanlar, ee... merhaba uçan böcek, merhaba su aygırı kardeş... yok muydu böyle bir şarkı ya

blog'a bir türlü devam edemedik, aslında tam anlamıyla başlayamadık, ayda yılda bir şey yazıyoruz, o da saçma oluyor, farkındayız, saçmalıyoruz, kötü yazarlarız biz. iki harfi bir araya getirip bir kelime, iki kelimeyi bir araya getirip bir cümle, iki cümleyi bir araya getirip bir paragraf kuramıyoruz, hem kursak da saçma olur zaten, "ok bu. şu su." böyle bir paragrafı okumak istemez kimse, japon muyuz biz?

hayır, japonlarla dalga geçmiyorum, mesela çekik gözlü onlar, değil mi? çekik gözlü insanlar da kendi içlerinde tutarlı, ne bileyim işte. aslında biz çekik gözlü olsaydık da, onlar olmasaydı, "çekik göz" demezdik, eminim buna, gözleri bizim gibi çekik olmayanlara nokta gözlü, yuvarlak gözlü falan derdik, hatta "top gözlüler, top olm onlar! ehaha" diye üçüncü sınıf esprilerimize konu ederdik onları. biliyorum, badem gözlü falan diyoruz şimdi de, hatta oradan itiraz ettiğinizi tahmin ediyorum, "badem göz ne öyleyse?" diye. ama öyle olsaydı badem demezdik biz o gözlere, saçma sapan bir şey koyardık adını, böyleyiz işte biz. sen de öylesin işte, hiç bakma öyle. badem demezdin, fındık derdin, abartırdın yuvarlaklığını, oysaki o kadar yuvarlak değil bizim gözlerimiz, sen de biliyorsun.

hala başlayamadık şu blog'a, doğru düzgün.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

René Magritte

sürrealizmin pek de bilinmeyen ressamı magritte,
aslında çok daha iyileri olmasına rağmen bu resmini niye seçtim diye sorgularsak sanırım bi kaç resminde kullanmasından ötürü yeşil elmalı olanlardan en yeşil elmalısı ve pek sevdiğim bi hocamın derste slaytta gösterdiği sırada kime ait olduğunu bilen var mı diye sorduktan sonra o ana kadar kafam sıranın üstünde uyuklayan hatta uyuyan benim "rene magritte(yazıldığı gibi söleme denyoluğunu göstererekten) " diye gayet uykulu biçimde höykürmeme dayanan an ya da anım etkili oldu.İnternette rastgele resimlerine denk gelip kendisine bi tane bi tane daha diye bi sürü bi sürü resmine bakaraktan hayran oluvermiştim şahıslarına.Resimleri belli zeka pırıltıları çaktırıyordu çünkü öle işte.her ne kadar kullandığı soluk renklere karşı bi sempatim olmasa da.Belçikalıdır kendileri dipnot olarak geçelim modern sanat kavramının oluşumunda önemli yer tutan resme yazının girişini kendisinin "bu bir pipo değildir"yazını içeren pipoya benzeyen ama sadece resim olan tablosuyla gerçekleştirmiş olduğu var sayılır ya da harbiden öyledir diyelim.Bence biraz depresiftir pek sevemediğim renkler sanki öle demekte ama kendisi bu tarz resimlerine sanırım matisse gibi renklendirse aynı etkisi olur muydu?sanmam.Chirico'nun plastiğimsi eldivenli yunan heykeli başlı resminden çok etkilenip sürrealizm ile ilgilenmeye başlamıştır kendileri.yüksek sanat ilgisine sahip insanlar Dali'ye tapıp kendisini tanımayabilirler,sorun değildir fazla bilinmemesi sanırım sevmemde daha etkili popüler olana bok atmayı seviyor olabilirim belki tamam ama... ama işte pek de mühim değil öyle değil aslı bence.Sadece o çok beğenilenlerine göre daha etkisel bi ressam bildiklerim arasında beni en etkileyeni demeliyim sadece belki de.
bu ilk ciddi yazımı moroff a ithaf ederken resmin adının da yanılmıyorsam "the listening room" belirterek bitireyim şu işi.

7 Haziran 2008 Cumartesi

final haftası

final haftası garip bi haftadır öğrencinin kendine yakışanı aldığı haftadır =P
herkese değişik duygular hissettirir
mesela ders çalışmayan bi öğrenciyseniz lan bi bitse de gitsek dersiniz
ondan sonra derslerinizi önemseyen fakat ders çalışmayan biriyseniz(nası oluyosa bu)
bi bok yapmadan oturursun böle son gece sabahlarsın ders çalışçam diye gene çalışmazsın ders çalışmayan öğrenci klasmanında değerlendirmelidir bu fakat o dersleri önemsemesi yok mu işte o herşeyi bok eder yanlış klasmanda değerlendirilmesine sebep olur,kısa süreli pişmanlıklar yaratır finaller,sonrası buhrana sokar bünyeyi,fakat gelip geçicidir bu durumlar.ne bilim lan işte göte giren şemsiye açılmaz moduna falan girer bu şerefsizler(b.s.s.o.ş.),önümüzdeki dönemlere bakıcaz falan derler.
ondan sonra mesela bu dersleri çok önemseyen öğrenciler vardır.bunların hepsi totemcidir.mesela çok gerilim olurlar büyük biçoğunluğu yok abi çalışmadım kendilerini belli eden favori sözleridir falan da banane sözlerinden ya ben durumlarına bakıyorum final haftası içinde böle ne bilim lan kapanırlar bi yere bodozlama girişirler ondan sonra sınavda şey yapar bunlar sınavın iyi geçmeyeceğini istedikleri notu alamayacaklarını anlarlarsa toptan kağıdı silerler falan yeniden alsınlar diye,ortalaması düşmesin dersin diye yine aynı sebepten ötürü 100 değil 99 alırlar(bu hareketleri yüksek oranda götlüğe girip ağır küfürler gerektirir)lan ben ortalamaya gireyim de diğerlerine kaysın ben salak mıyım çalıştım o kadar bunlar çanla geçsin derler.ee onların da kendi çapında güzel bahaneleri var tabi
ha sınava girmeyenler vardır ortalama düşmesin diye bi de bak bunlar bu klasmana girmez onlar özel ve güzel insanlardır dünyayı kurtaran adamlardır =P

pişmanlığın ilacı olarak boşvernizm

sanırım bazen boşvermişlik işini abartıyorum
bi dersin finaline vize notu pek içaçıcı olmadığından kendimi gazlayıp
ya salla yemişim finalini deyip final sabahı finale girmekten vazgeçiyorum sonra da bekliyorum
lan bana yakın not alanlar finalden ya geçerse diyorum pişman olur muyum
bi tarafım yok lan ne pişmanlığı .xxx bla bla bla diyo diğer taraftan ulan hoca finale giren herkesi medeni cesaretinden ötürü tebrik edip geçiriyo falansa diyorum sonra has"kt"r lan oradan diyorum içimdeki ikinci sese
neyse aradan zaman geçtikten sonra işte finale girenlerin ve girmeyenlerin sonuçları geliyo
ee girmeyen de haliyle merak da yok kendini biliyo =] ne yaptığının bilincinde mühim olan kendini bilmek ya zaten gerisi yalan diye avutuyor kendini
ulan sonuçlar bi geliyo finale girenler geçmiş
ee tabi çeşitli bahaneler üretilir bunun üstüne de boş durulmaz yani
ya olm onlar zaten çok çalışıp girmişlerdi hem bak sana ilk dönemde eşşek yüküyle ortalama yapmışlar seni 4 le çarpıp ikiye bölü üç beş bişiler eklemişler diyorum
biraz sonra başlar gibi olan pişmanlığımdan eser kalmıyor
işte boşvernizm böle bişi seviyorum lan seni boşvernizm

24 Mayıs 2008 Cumartesi

bunu ben yazdım

bu blog'a ciddi bir şeyler yazmak için başlamıştık aslında. en azından benim kafamdan bu geçiyordu. yani -varsa- blog'u açma amacımızı hâlâ bilmiyorum, ama nedenimiz her türlü şeyi yazabileceğimiz bir yerin olmasıydı. sonrası malum. (bu paragrafın sıradaki cümlesini -ve hatta ondan sonrakileri de- yüzünüzü mümkün olduğunca buruşturup bir şeylere çok sinirlenmiş insan ifadesi takınarak okumanızı tavsiye ederim) ilk dört yazımızın dördü de birbirinden ciddiyetsizce, meymenetsizce, rezilce, terbiyesizce yazılmış... "yazı" demeye dilim varmıyor. iğrenç, iğrenç. bi' görseniz... insanlığımdan utandım bunları görünce. bunları yazanlara yazar demem, insan hiç demem... insan değiliz. utandım.

işte yine sapıttım. ciddiyetsizlik had safhada.

ben böyleyim galiba biraz, en ciddi olmaya çalıştığım anlarda bile başaramıyorum ve bu kendime sinirlenmeme yol açıyor. başkaları yüzünden ortaya çıkan sinirimi kendime yöneltiyorum bu defa ve soruyorum kendime: "ben neden sinirlenemiyorum hiçbir şeye?"

işte yine sapıttım. konunun benimle uzaktan yakından alakası yoktu ki.

bu blog'da hayatın her türlü hâlinden, hatta mümkünse bin ikinci hâlinden söz etmek istiyoruz biz. bin iki olmasa bile gördüğümüz tüm hâllerini yazmak istiyoruz... ciddi bir şekilde ya da değil. bu yüzden -en azından ben- bundan sonraki yazılarımda logomuzdaki adamla röportaj, ya da blog'u neden açtığımız gibi konuları bir yana bırakıp filmler, müzik grupları, çarpışan arabalar ve penguenler gibi daha gerçekçi konulara girmek istiyorum.

bu yazı da çok mu ciddi oldu ne?

18 Mayıs 2008 Pazar

logomuzdaki önemli şahsiyetle röportaj

kontrasakal ismi nereden geliyor? logomuzdaki marx ile arka sokak barı gitar çalıp söyleyen şarkıcısı imajlı bol kıllı dayı, sorularımızı içtenlikle cevapladı.

kontasakal ekibi: iyi günler.
logomuzdaki marx ile arka sokak barı gitar çalıp söyleyen şarkıcısı imajlı bol kıllı dayı: iyi günler gözüm.
ke: efendim öncelikle sizi tanıyalım.
lmiasbgçsşibkd: adım haydar. 42 yaşındayım. özellikle anlatacağım bi özelliğim yok. boş zamanlarımda yukarda duruyorum, üç beş kuruş geçiyo elime.
ke: yorucu bir meslek olmalı?
lmiasbgçsşibkd: çok yorucu. hep aynı noktaya odaklanıyorum. şaşı olma tehlikesi var. en çok da gözlerimi kırpamamak yoruyo. gözlerim kapalı durayım dedim, olmaz dediler, dinlemediler.
ke: kolay gelsin... eh peki... daha fazla uzatmadan herkesin cevabını merak ettiği soruya gelelim... kontrasakal ismi nerden geliyo?
lmiasbgçsşibkd: sakalımdaaan? (burada yüzündeki şaşkın ifadeyi gizleyemediğine tanık olduk, adeta içinden "nasıl yani?" der gibiydi)
ke: yani sizin sakalınız için mi koskoca blog'un ismi "kontrasakal" efendim?
lmiasbgçsşibkd: ee... evet, bana öyle olduğunu söylediler. yani "kontra" ne demek bilmiyorum zaten, kontra atağı bilirim, futboldan.
ke: sanırım röportajın sonuna geldik... kontrasakal okuyucularına söylemek istediğiniz bir şey var mı?
lmiasbgçsşibkd: bizi izlemeye devam etsinler, derslerine çalışsınlar, dişlerini fırçalasınlar... eee... sonra...

(...)

evet. gördüğünüz üzere röportaj bizim adımıza tam bir hayalkırıklığı oldu. özellikle o cevabı çok merak edilen "kontrasakal ismi nerden geliyor?" sorusu için tatmin edici bir cevap alamadık. yine de en azından logomuzdaki bu önemli şahsiyetle sohbet etme fırsatı bulduğumuz için kendimizi şanslı hissediyoruz. bir dahaki yazıya kadar görüşmek üzere. kendinize iyi bakın.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

güzel bi pazar günü,güzel güzel İst. Moderne gidip filmler izleyip üstüne bi de güzel bi sergi gezmek istemeyen adamın derdi nedir?

Şimdi bu soru cümlesinin kalıbının içerisindeki "adam" kelimesinin kapsamı şu satırların yazarı olan"boşvernist" kod adlı kişi olmaktadır önce onu belirtelim.Sorunun sorulma sebebi ise kendi bölümdaşlarının "Gelsene laa yarın İstanbul Modern beleşmiş,rehber de varmış,film yayını falan da varmış."Şimdi bu adamın derdi nedir onu açıklamaya çabalayalım öncelikli olarak bu adam kafasında 4-5 gün sonra teslim olacak ödevlerini yapmak gibi bi plan olan ödevini yapma aşkıyla yanıp tutuşan ama nedense hep son güne hatta son geceye kadar ödevlerine başlamak için bi türlü o içsel kıvılcımı çaktıramayan biri her seferinde "hayır ya bu sefer öyle olmayacak","bu sefer harbiden erken bitirip keyfime bakıcam gerçekten laa,bak gerçek" falan diye bu sefer gerçekten moda girmiş gibi duruyo üstelik.Neyse konunun ikinci boyutuna gelecek olursak bu adam miskin biri haftasonu yapılabilecek en mükemmel olayı bütün haftasonu evde oturarak değil evde yatıp uyur vaziyette geçirmek derecesinde miskin hem de.Sonra İstanbul Modern'e de böyle beleş olduğu bi günde gitmek de saçma geliyo lan bi kere istanbul modern tatilya değil ki... böyle beleşken gidene entel kesimden böyle bi " hıh(burun kalkık vaziyette aşağılar bi bakış ilen birlikte,kafasını hafifyana çevirdikten hemen sonra) bedava olmasa bunlar nerede görür burayı" gözüyle bakma durumu olacakmış gibi geliyor bana.Hem teey küçüklüğümden beri bi yer bedava olursa kesin bi bokluk olur gibi bi hissiyatım var benim sevmiyorum abi beleşçiliği.
Ondan sonra bi de bu sanat sergileri olaylarında rehber olayına kıl olan biriyimdir.Abi sanat nedir?Bi insanın bişiden etkilenip ortaya başkalarını etkileyecek bişi koyması,ortaya konan bi eserin ben de bıraktığı etkilerle yapanın hissiyatının,ortaya çıkan şeyin tamamıdır bence.Yani etkisel bişi yani beni bırak da kimse demeden bi resme ya da heykele bakayım bişiler annayayım etkileneyim.Sonra istersem bilgi alayım hakkında bakayım ben yeterince kavrayabilmiş miyim ya da sanatçı anlatabilmiş mi bana göre.Ben öküz müyüm yani o rehber açıklama yapmadan etkilenmiyecem hiçbişi annamayacağım.Bence o rehberler bok gibi parası olup da son derece sosyetik bi ortamda "ay sen ................. (lütfen boşluğu bol sosyetiksel bi sanat galerisi adıyla doldurunuz)sanat galerisini gezdin mi,bence bütün tablolar harikuladediydi"şeklinde sayıklayan kokoşlar için sanki biraz ne bilim öyle geliyo işte.Sonuç olarak gelmiyorum kardeşim ben beleş olduğu günde İstanbul Modern'e bahanelerim var benim.

neden "Kontrasakal"?

Şimdi bir neden niçin sorgulaması da Kontrasakal ismi için yapacak olursak yine üzerinde çok düşünülmüş cevaplar alabileceğini sanmıyoruz açıkçası.Manası nedir bu Kontrasakal ın falan derseniz öyle hemen açıklanabilecek birşey değil yani biz açıklasak da insanların algı düzeyleri buna yeter mi bilemiyoruz.Hem içinde yaşamakta olduğumuz toplum bu tarz şeylere açık değil sanki daha.Manasından çok söylenişine bakın.Sölenişi güzel "abi işte Kontrasakal","Kontrasakal abi boru mu","çok sağlam bişileri çağrıştırıyo" falan filan.Normal sakalla falan filan da alakası yok bunun.Her ne kadar o blogun üst tarafında yer alan marx ile arka sokak barı gitar çalıp söleyen şarkıcısı imajlı bol kıllı dayı resmini koysak da.Kontrasakal adıyla ilgili olaraktan kamuoyunu şimdilik ancak bu kadar aydınlatabilirdik ve onu da yaptık kanımca

ilk yazı (neden?)

bugün milyarlarca insanın neden yaşadığı sorusuna cevap bulamadığı bir dünyada yaşadığımız düşünülürse (hatta insan dışındaki hayvan, bitki, mantar, tek hücreli gibi diğer canlıların da bu soruyu cevaplayamayacaklarını hesaba katınca çok daha trajik bir durumda olduğumuzu görüyoruz) bizim de bu blog'u neden açtığımızı bilmememiz sanırım hoş karşılanabilir. bu yüzden, ilk blog yazımızda, bu sorunun yanıtını bulamayacaksınız. yok, ama illa bir yanıt istiyorsanız, "halk bizi istiyordu", "böyle bir blog'un eksikliği açık bir şekilde hissediliyordu", "konuşursam yer yerinden oynar" der, susarım.

bu arada, benim bazı eski yazılarım için buraya tıklayın.