6 Ekim 2011 Perşembe

anlaşılayazılırken boşvermek şansı

Herkes tarafından anlaşılan bi insan olmak kadar gereksiz bi çaba yok sanki. Herkesin anladığı ya da aslında sadece anladığını sandığını iddia ettiği şeyleri pek sevememişimdir hep. Popüler kitapları okumaktan hep kaçmışımdır. Üstünden yıllar geçtikten sonra kitaplar hala anlam ifade etmektelerse gerçekten okumaya değer gelirler bana, ne biliyim o kadar uzun yaşamıyoruz sonuçta ortalama bi insan hayatını baz alırsak. Bi de buna kuvvetle muhtemel normal bi insan ömründen daha kısa yaşayacağımı katarsam –ki uzun yaşamak ki bi arzum olduğu çıkarılmasın, bu bir hayıflanma değil-, Vaktimi okuduktan sonra “bune lan” diyeceğim bir kitapla harcamak istemem.

Yazar olmak isterdim fakat yazdıklarımı anlayacak kitle o kadar ufak olurdu ki, gidip de o kitabın basılmasıyla insanların harcayacağı çabaların hepsi boşuna olurdu, -kitap yazan ama basmayan bi yazar olabilirim yani bak-. Hem insanın içine daral getiren boşvermişlikle alakalı yazılardan kaç kişinin hoşlanması mümkün ki. Şu cümleyi yazdıktan sonra bile “siktir et abi sikimsokum tasarımcılık(lütfen evcilik gibi bişi algılayın bunu) adı altında bir yerlerde bişiler yaparsın işte, anlamsız bişiler, kendini tatmin etmeye o kadar da uğraşma, kim tatmin olmuş ki dünyada” diyosam ortada ciddi bi boşverme sorunu vardır; ama bu umurumda mıdır?

"bilmem" diye kendi kendime yanıt verdikten sonra tramvaydan inmiştim artık. biraz aptal aptal yürüdükten sonra sayısal oynayayım bari dedim. ilk kolona son gördüğüm 6 arabanın plakasının son iki rakamını girdim. diğer ikisini, rastgele bir biçimde işaretledim. bu sırada yanımda kupon dolduran dayı, "bu akşam çekilmiyor o" diyormuş ısrarla birşey söylemeye çalıştığını görünce kulaklığı çıkardım ve ozman duymuş bulundum kendisinden heyecanlı heyecanlı ve "yıllarımı şans oyunlarına verdim ben" müzmin kaybedenliğiyle çıkan sesler bütününü, "hemen zengin olmama gerek yok, cumartesiyi bekleyebilirim" ile "fark etmez nasılsa çıkmayacak" arası bir bakış ataraktan, "biliyorum" dedim. kupon yatırma sırası beklerken bana melul melul bakan tuzlu fıstık paketlerine de daha fazla dayanamayıp tuzlu fıstık da alıp dükkandan çıktım.

asla tutmayacağını bildiği, henüz çekilmemiş olan loto kuponlarını şu sıralar okuduğu kitabın arasına koymuş olmanın verdiği garip hissiyatla bi sigara daha yakıp yoluma devam etmek o kadar da kötü bir duygu değildi. eve gelip iki saat yatakta debelenip uyuyamayacağını anladıktan sonra, "zaten 12'de uyanacaktım mk" diye bir küfür savurdum, ettiğim küfürün hemen sonrası "ya kupon tutarsa..." şeklinde başlayan hayaller bile kurmadığımı farkettim iki saatlik uyumaya çalışma sürecinde.
hayal kursaydım uyumuş olurdum, olmadı ne yapalım.

2 yorum:

moroff dedi ki...

çok okunanları ben de tam olarak bu sebepten dolayı okumuyorum lan. haklıyız bence; ortalama algı düzeyini hesaba katarsak, kaygı duymak ve uzak durmak için yeterince sebebe sahibiz. bunlara bi de popüler kitapların hakikaten de çok boktan olduğu gerçeğini katabiliriz aslında. ayy ben twilight'ı çok seviyorum, grangé süper yazar, üstelik bi tane kişisel gelişim kitabı okudum, pırıl pırıl oldum. ben SİKRIT yaptım, bu sınavı kesin geçiceeeem! SİK demişken, siktir et'i okudun mu? inanılmaz, tek kelimeyle inanılmaz. hayatımı derinden etkiledi

boşvernist dedi ki...

off hotmail'im adresime bakmakla yeni gördüm:
olm olm bi tane kişisel gelişim kitabı okudum pırıl pırıl oldum'a bittim ben, aragarhrgahrgahrghargh şeklinde yarıldım.

o değil de o SİKTİR ET'in amına koyayım ben(birinde görüp iki göz atmıştım, okumadım tabii ki); çok daha iyisini yazardım lan ben onun artık manası kalmayacak tabi yazmanın tey tey.