14 Ocak 2010 Perşembe

anlamsız karalamalar

(not: bu yazının hepsi hayal ürünü. neden yazdığımdan emin değilim. bol miktarda küfür içeriyordu, ama sansürledim. bu kadar.)

Okula vardığım gibi heyecanla notların asıldığı panoya doğru koşturdum. Tam on dersten sınava girmiştim ve hepsi de açıklanmıştı. Dokuzundan kaldığımı öğrenmem uzun sürmedi. Aslında hiçbirinden geçmeyi beklemiyordum. Her birine bir gece öncesinde öylesine bir bakmıştım, hepsi bu. Ama bir dersin hocası yeterli olduğumu düşünmüştü. Yeterince iyi olmalıydım. Ben, Metin Pars, yeterince iyiydim. Yeterli olmak; ne de harika bir histi bu! Şüphesiz hayatımı da yeterince iyi yaşıyordum. Öyle düşünüyor olmalıydı. Gıptayla anıyor olmalıydı ismimi. Ona kötü bir şey yapmamıştım. Tek bir disiplin suçum yoktu. Derslerine gitmiyordum. Harika öğrenciydim. Kuşkum yoktu bundan.

Okuldan çıkıp sürekli gittiğimiz kahvenin yolunu tuttum. HAYAT ÇAY BAHÇESİ. Sahil şeridinde, küçük bir mekan. Neden çay bahçesiydi, anlamıyordum bunu. Emekli yaşlı amcalar, okulunu asan liseliler ve bizim tayfadan başka kimse bulunmazdı içeride. Çay bahçeleri her türden insan içindi. Küçük çocuklarıyla gelirdi aileler oraya. Sürekli sigara tüttürüp yelpazesini sallayan kadınlar olurdu. Buradaysa sadece biz vardık.

İki tarafından paslanmış demirlerle zemine tutturulmuş plastik tabelanın altından geçtim. Hemen arkasındaki tahta kapıdan içeri girdim. Sağ dipteki masada Sait, Ozan, Tayfun ve Erdal batak oynuyordu. Belli belirsiz bir selam verip yanlarına oturdum. Ses çıkarmadan devam ettiler oyunlarına. Ağızlarında birer sigara. Tayfun içmezdi bi tek. Bi tane de ben yaktım. Samsun.

- Koz neydi lan?
- Maça.
- S****** böyle eli ama.
- Oyna işte a**** k****.
- Dersleri n'aptınız lan?
- ...
- ...
- Ya sokucam dersine şimdi.
- Benim altı tane kaldı.
- Benim yedi.
- M*** k****** karısı dökmüş herkesi.
- Hangisi lan?
- Termodinamikçi var ya lan.
- Haa. Ben geçmişim oğlum ondan.
- Cidden mi?
- Hee. Kılpayı. DC'yle.
- S***** et, geçmişsin ya.
- Tabi lan.

İki çay içtim. Sonra kalktım.

- Soktuğumun yancısı seni!
- Görüşelim lan Çarşamba günü.
- Biz hep burdayız olm, gel.
- Tamam, bi uğrarım.

Uğrayacaktım tabi. Arkadaşım yoktu başka. Canım sıkılıyordu tek başıma gezmekten. Tek başıma yürümekten. Tek başıma yaşamaktan. Kafama takmazdım yine de pek. Bir büfeden Fanatik'le bir paket Samsun aldım. Sahilde bir banka oturdum. Bir sigara yakıp okumaya başladım.

İddaa tahminlerine bakıyordum. Yanım boştu. Yaşlı bir adam oturdu önce: "Evladım, saatin kaç?" "On biri beş geçiyo, amca." "Sağolasın." Konuşurken kelimeleri heceliyordu ve tek tük kalmış sarı dişlerini görmüştüm. Bir poğaçayı on dakikada yedi ve gitti. Muhtemelen o poğaçayı yiyebilecek zamanının olduğunu öğrenmişti benden. Yeni bir sigara yaktım.

Rüzgar tam suratıma doğru esiyordu, soğuk, ama ne soğuk! Tepede güneş vardı ama neden orada bulunduğunu kendisi de bilmiyordu. Paltomu yanıma almamıştım, televizyonda "hava sıcak olacak" denmişti. Hep böyle mi olurdu bu? Kalın giyinseydim havanın ısınacağından emindim. Herkes gibiydim ben de.

Kalktım ve kahveye geri döndüm. Bizimkiler gitmişti. Sokağa çıktım. Başımı öne eğip yerde duran bir kola kutusunu tekmeleyerek yürümeye başladım. Kutunun rengi solmuştu. Üstüne basılmıştı. Son tekmemi savurdum. Bir çöp konteynerine çarptı. Fazlaca ses çıkardı. İçim ürperdi. Karşıdan gelen sarmaş dolaş bir çiftin şaşkın ve ayıplayıcı bakışları arasında adımlarımı sıklaştırdım. Suçlu psikolojisiyle yürümeye devam ettim. Üşüyordum. Soğuk çişimi getirmişti. Niye buradaydım? Ne yapıyordum? Kendime sinirlendim.

Karşıma çıkan ilk minibüse atladım. Parayı uzattım. Ayakta kalmıştım. Yoktu oturacak yer. En arkada üç tane adam yan yana oturmuş, konuşuyordu. Sağlarındaysa başka bir tanesi uyuyordu. Önlerinde iki kadın, çocuklarını çekiştiriyorlar; ellerinde pazar poşetleri. Onların da önünde güzel bir kız var; bakışlarını yerden kaldırmayan. Yanında orta yaşlarda bir adam gazete okuyor. En öndeyse iki tane lise öğrencisi. Sonra da şoför ve muavin. Motorun sesi, korna sesi, şoförün sesi, radyodaki Müslüm Gürses'in sesi, konuşmalar, kahkahalar... Bir süre sonra eve vardık. İndim. Annem bahçede, çamaşır seriyordu. Beni görünce yanıma koştu hemen.

- Yavrum hoşgeldin... Nasılsın?
- İyii; anne... Sınav sonuçlarına baktım... Bi tane dersten kalmışım.
- Boşver evladım, sağlık olsun. Çalışır yaparsın sen.
- Anne... Telafisi haftaya Cuma günü... Ben yine Ozanlarda kalayım mı yarından itibaren? Daha iyi çalışıyoruz orda. Çok zor dersler.
- Kal oğlum, nasıl istiyorsan... Var mı ki evlerinde yer?
- Var anne, var, büyük evleri. Yeterince büyük...
- Sen bilirsin evladım...

Yüzüme bir sırıtış yerleşti. Bol bol batak, sigara, bira ve muhabbet dolu günler beni bekliyordu.

İşte bunu seviyordum.

Hiç yorum yok: